
Bütün hamdlar, alemin Rabbına mahsustur. İnsan ve cin
nev’ilerin efendisine, al ve ashabının hepsine salatü selam olsun! Bunlardan
sonra bu mektub, alem kutbu kaymakamının perverdesinden, Allah yolundaki
kardeşi ve dostu Molla Abdülaziz’edir. Allah, onu kendi dostlarının
zümresine dahil edip, mukarrabin (Allah’a manen yakın olan zatların)
derecelerindeki, aşk tatlısını kendisine taddırsın!
Muhabbetden yanıp yakılmanızdan, size arız olan haletlerin
bazısından bahs edici yüce mektubunuz, perverdeye ulaştı. Ey kardeş!
Tarikattaki muhabbet akliyye ve tabiiyye olarak iki kısma ayrılır. Tabiiyye:
Hace Muhammed El- Parisa’nın (Kuddise sirruh ) buyurduğuna göre, yalnız yüce
Allah’ın faziletindendir. Lakin Allah’ın mezkûr fazileti, ilerde akli
muhabbetin beyanında bahsi geleceği üzere, birçok şeylere terettüp
etmektedir.
Akli muhabbet ise, mürid, yüce Allah’ın ve Resulünün (onun ve
alinin, ashabının üzerine salatü selamın efdalı olsun!) haklarında mürşidi
hakkında onunla mükellef olunan muhabbetdir. Tasavvuf sadatları (Kaddesallahü
sirrehüm) akli muhabbet için birçok yollar beyan eylemişlerdir. Onlardan
bazıları:
1) Mürid, mürşidinden
başkasına hatta nefsine bile kendisine yararlı olacağı ümidiyle,
bakmaması.
2) Mürşidinden başka kimselere
mesela: kardeşlerine, annesine, çocuğuna hatta nefsinin bile,
maneviyatına zararlı olduklarını bilmesi.
3) Üstadın vasıtasıyla, ona teslim
olup emrine itaat etmesi için, kendisine hasıl olacak menfaatleri ve
yüce Allah’a manevi yakınlığını düşünmesidir. İşte bunlarda tefekkür
eden kimseye, yüce Allah’ın yardımıyla akli muhabbet hasıl olur. Mürşidi
ona emr eylediği şey’in yapmasına devam edip, sohbet ve rabıtasını seçen
kimsenin durumuna, Hace Muhammed El- Parisa’nın buyurduğu üzere, yüce
Allah’ın faziletiyle, tabii muhabbet de terettüp eder.
Mektubunuzda "Tarikat’da asıl maksat, müridin mürşidine
muhabbetidir. Şayet buna mensubun rızası da terettüp etse, mürid matlubuna
kavuşmuş olur. Rızası hasıl olmazsa da, zarar yoktur." Diye yazmışsınız. Ey
kardeşim! Müridin mürşidine olan muhabbeti, ancak üstadlık, rehberlik
cihetinden faydalı olur. Yoksa onda hiçbir fayda yoktur. Nitekim üstad-ı
a’zam ( Radıyallahü anh ) buyurdular ki, bil ki: Müridin üstadına olan
muhabbeti, üstadiyetinin (rehberliğinin) hakkı içindir. Ebu Yezid El-Bistami
(Kuddise sirruh):" Beni gören cehenneme girmez" dediklerinde, bu kelamının
manasını anlamayan kısır fikirli bazı kimseler, bu ne diyor? Kendi nefsini
Muhammed’den (ona, aline salatü selamın efdalı olsun.) daha üstün olduğunu
bilir. Çünkü Ebu Cehil onu gördüğü halde cehenneme girecektir. Dediler.
Bistami (Kaddesallahü sirreh) bunu işitince, "O Muhammed’i Allah’ın resülü
olarak görmedi. Onu Ebu Talib’in kardeşinin oğlu bilerek gördü." diye
buyurdu. Burada üstad-ı azamın buyurduğu sözleri sona erdi.
İşte bu izahtan anlaşıldı ki, müridin üstada karşı olan
muhabbeti, üstadın zatı için değil, belki kendisi bizi Allah’a kavuşturmak
için, bizimle yüce Allah’ın arasında bir rehber olup, muhabbetinden yüce
Bârî’nin rızası, ona kavuşması hasıl olması içindir. Üstad bizzat müridin
mahbubu sevgilisi olması lazımdır. Diye çokça, ehl-i tasavvufun dedikleri
sözlerinden maksadları da budur. Veya üstada muhabbet, Allah’ı sevmekten
ayrılmaz veya dedikleri bu sözlerinden anlaşılan hasr, hakiki olmayıp
izafidir. Yani, üstadına karşı olan sevgisi, kendisine arız olan haletlere
ve nefsani payına nispeten maksud olup hakiki mahbubu olan Allah ve Allah’ın
rızasına nisbeten değildir, demektir. Bu beyanın delili Allahü tealanın:
"Resûlüm, şöyle de! Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana
tabi olun ki, Allah da sizi sevsin" buyurduğu ayet-i celilesidir.
Mektubunuzda," Tarikat adabına göre vird çekilmesi esnasında,
Allah’ım ancak sen benim maksudumsun, rızan da benim matlubumdur. Denildiği
bu sözün hikmeti, bana müşkildir. Şöyle ki, müridin maksadı zat-ı Bari
tealanın muhabbeti ise, mürid niçin zat-ı muhabbeti doğrudan doğruya taleb
etmeyip de rızasını taleb eder" Diye yazmışsınız. Ey kardeşim! Yukarıda
beyan ettiğim üzere, mürid, Allah’ın rızasını taleb etmesi, kendi nefsani
arzusu için değil, mahbub-i hakiki olan Allah için taleb eder. Fakat bu
soruya, çünkü rızasının aksi olan gadâb vasfında mahbubun aczi (kızdığı
şeyden intikam alma kudreti olmadığına) delalet ettiğinden dolayı, ona rıza
taleb edilir, diye verilen cevabdan maksad, mahbub-i hakiki olan zat-ı Bari
ise, onu bundan tenzih etmek vacibdir. Mahbub-i mecazi olan mürşid ise bu
cevab kabul edilir. Çünki mürşid beşer olduğundan dolayı kurtulamaz.
Bahs ettiğin manevi haletlere gelince, kardeşim. Onlar salike
hasıl olsa, ne ala. Olmazlarsa da zararı yoktur. Belki mürid için, üstadı
kendisine emr eylediği şeylerle amel etmesi lazımdır. Şayet o şekilde
yaptığı amellerine manevi bir hal terettüp ederse, onu, üstadın kendisine
eylediği nazar ve iltifatından olduğu, bir şey hasıl olmazsa, bu durum
kendisi için evla olduğu bilinmelidir ki, üstadı da ona manevi haletin
zuhuruna razı olmamıştır. Hülasa olarak, müridin bütün himmet ve gayreti,
mürşidi kendisine emr eylediği şeyleri yapmaya hasr etmesi ve her zaman
ibadete çalışması, bir seviyede olması lazımdır. Müride kerametlerin
belirmesi, bazen uyanık, bazen de aşktan dolayı kendisinden geçtiği halinde
olur. Bu gaybet (kendinden geçme) hali, uyku hali değil, tasavvufta ona mahv
haleti denilir. Ama müridin kalbine hasıl olan te’sir ve aşk haletleri, bazı
zamanlarda velevki bir lahza bile olsa, her ikisi de hakir, kıymetsiz
olmayıp belki büyük ni’metlerden sayılmalıdırlar. Zira sevgiliden hediye
edilen hakir bir şey, haddi zatında büyüktür. Topraktan yaratılmış (insan)
nerede, vacib teala nerede? Allah, efendimiz Muhammed’e, al ve ashabına
salat-ü selam eylesin.