
Kâinatta hiçbir şey yok ki, onu ham ile tesbih etmesin! Salat
ü selam, efendimiz Muhammed’e (Sallallahu aleyhi ve sellem) bütün al,
ashabına, ezvac ve zürriyetine olsun! Bundan sonra, bu mektub, kutbu alem
kaymakamının (Radıyallahü anh) perverdesinden, Allah yolunda ki en yüce
kardeşi, molla İsmail’edir. Manevi makamlara yükselmesi artırılsın. Sevgiden
haber veren mektubunuz, perverdeye ulaştı. Okuyup içindekilerini anladı.
Dolaysıyla gayet sevindi. Çünkü ondan muhabbet, sadatın ( Radıyallahü anhüm)
tarikatına iştiyak kokusu duyulur.
Ey kardeş! Ona (bana) üç mektub gönderip cevab alamadığınızı,
dolaysıyla merak ettiğinizi yazıyorsunuz. Bil ki, dünyadaki şeyler, hasıl
olmaları bakımından, vakitlerinin rehineleridirler. (Herşeyin vücud bulması
için, özel bir vakit vardır.) belki cevabın tehirinde, bir hikmet olsa
gerek. Mürid halini mürşidine bildirmesi layık olup, cevab ise, mürşidlerin
re’yine havale edilir. Şayet cevab verme vakti ise, gecikmeden cevab
vereceklerdir. Cevab zamanı değilse de cevab verip vermemek hakkında, hiçbir
şey söylemezler. Onlarca karar verilmiş durum budur. Edeb ve terbiye
itibariyle, müridin kalbi sıkılmaması gerekir. Belki bundan hayır olduğunu
ilm-i yakini (içinde şek ve şübhe olmayan ilim) ile bilmelidir. Mürşidler,
bazı vakıalarda" Bu vakit cevab vermek vakti değildir" derler. Ama bu
nadirdir.
İşte bundan anlaşıldı ki, mürid için terbiye ve edeb
bakımından, mürşidinden cevab taleb etmeden halini ona arz etmektir. Hatta
mürşidi, onun hakkında ihtiyar eylediği şeyde, hayır olduğunu bilecek ve
hatta birçok zamanlarda mürşidin sükutu mürid için cevab olur.
Mektubda" Virdlere devam ettiğim halde, kendimde hiçbir
manevi terakki (yükselme) hissetmeyip, günbegün gerileme hissettiğimden
dolayı bana üzüntü hasıl olup, o üzüntünün eseri de bende zahir olur" diye
yazmışsın. Ey kardeşim! Hayır, yüce Allah’ın ihtiyar eylediği şeydedir.
(Farsça beyit):
"Tarikatta salikin önüne gelen her şey, onun için hayırdır.
Doğru yol üzerinde bulunan kimse, ey gönül!
Doğru yoldan çıkmış değildir."
Emrin imtisalinden başka, müridin üzerinde hiçbir teklif
yoktur. Gayesi bu olup manevi makamlara yükselmesi olmayacaktır. Hayrın,
emrin imtisalinde olduğunu bilmelidir. Şayet, kâmil bir imtisal yaparsa,
haberi olmadan, kendisine terakkinin son derecesi hasıl olmuş olur. Eğer
böyle bilmeyip düşünmezse, kendisine terakkiden bir şey hasıl olduğunu
hissetse bile, ondan kendisine bir fayda olmayıp, belki idrak ettiği o
manevi terakkiden dolayı tehlikeli bir durumdadır.
Sadeddin El-Kaşgari’nin halifesi, Muhammed El-Ruci (Kuddise
sirruhüma) buyurdular ki: Tarikat salikinin maksadı, amel etmekten başka bir
şey olmaması gerekir. Çünkü bu dünya evi, Allah’a taat ve ibadet evi olup
yapılan iyi amellere karşı verilecek mükafat evi olmadığı muhakkıklar
nezdinde sabit olmuştur.
Öyle ise erkek isen, erkeklerin ibadete çalıştıkları gibi
çalış! Dünyada yaptığın iyi şeylerin karşılığı, ahirette çoktur. Salike
maneviyatta görünen hal, huzur ve keşifler, acele olarak onları taleb
eylediği şeyler kabilindendirler. Hatta bu durumu, çocuklar onlarla
beslendikleri ceviz ve üzüm mesabesinde olup, çocuklara benzeyen tarikat
salikleri onlarla beslenirler. Demek ki: Mürid, amelde gevşeklik etmeden
çalışması lazımdır. Taat ve ibadetten başka bir gayeyi düşünse, gevşeklik
ile zıddı olan hal kendisinden ayrılmazlar. Bütün bu izahla beraber,
perverde, senin bu durumun, yükselmenin ta kendisi olduğunu bilir. Zira
müridin maneviyatda son terakkisi, kendi nefsini noksan, kemalatsızlıkla
muttasıf olduğunu bilmesidir. Nitekim:
"Nefsini bilen, gerçekten Rabbini de bilmiştir."
denilmiştir. Yani kendi nefsini noksan, kötü ve sırf âdem (yok) olduğunu, kemalattan onun için hiçbir payı olmadığını bilen kimse, şüphesiz Rabbini
bilir demektir. Öyle ise, salike ne kadar nefsin çirkinliği ve noksaniyet
görüşü artsa, o nisbette Allah’a manevi yaklaşması da artar. Hatta onda akıl
ve tefekkür olsa, yüce Allah’ı taleb etmesi için kendisine izin verildiğine
sevinir. Çünkü Allah, yücelik vasfıyla, kul ise, noksaniyetle muttasıf
olduğundan, kendisiyle kulun arasında münasebet olmadığı halde, Allah, onu
muhabbetine davet etmiştir. Öyle ise, bundan daha büyük ne gibi bir şey
vardır. Hangi ni’met daha üstündür?
Şiir:
"Evet, bana bir visal hasıl olmadan,
Aşkta müddet-i hayatımın
sona ermesine razıyım.
Eğer muhabbetime intisabım doğru ise."
Üstad-ı a’zam (Radıyallahü anh):" İbadete çalışıp, Allah’ı taleb etmekten başka, hiçbir şey kıskanmam" buyurdu. Mürşidimiz de (Radıyallahü
anh) bu hususta buyurduğunun hülasası şudur: Allah’ı taleb etmek, yolundaki
bütün güçlükler ve onun için üzülmek, matlub olup hatta medh edilirler.
Lakin müridin sadatlara intisabı dolayısıyla ferahlanmasına, ona her şeyden
daha yüce, daha aziz ve şereflidir.
Sonra perverde size hususi ve umumi olarak da bütün müridlere
selam eder. Hatme, sohbet edip, muhabbetin artması için sadatdan istimdat
etmelerini tavsiye eder. Allah, efendimiz Muhammed’e, (Sallallahu aleyhi ve
sellem) al ve ashabına salat ü selam eylesin.