
Hiçbir varlık yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salat ü
selam mahlukatının en hayırlısı olan efendimiz Muhammed’e, (Sallallahu
aleyhi ve sellem) bütün aline ve ashabına olsun. Bundan sonra bu mektub,
kutbu alem kaymakamının (Radıyallahü anh) perverdesinden Allah yolundaki
kardeş ve Allah için dostu, Molla Abdullah’adır. Allah, onu, dünyada sağanak
halinde yağan yağmurlar gibi üzüntülerden kurtarıp, ona Allah’a yaklaşma ve
neş’eyi arttıran halleri, üzerine nazil eylesin! Perverdeye kavuşmak mümkün
olmadığından, değişik mevsimlerde de ona her ne kadar yaklaşılmak
istenildiyse de birçok maniler hasıl olup, dolaysıyla size korkunuzun
arttığından, haber veren mektubunuz, perverdeye ulaştı.
Ey kardeş! Mahbub, (sevgili, Allah) kuluna ihtiyar eylediği
her şey, kul için mahbubdur.
"Kendi içinden gitmeli ve kendinden geçmelidir!" Cümle sadatın dedikleri bazı sözlerdendir. İkincisi, birincisinden daha ala ve
yücedir. Çünkü birinci söz, insan kendi nefsani arzularını ve maksadlarını
taleb etmekten, ikincisi, bunları kontrol ettikten sonra hem nefsi hem
mezkûr arzu ve maksadlarından vaz geçip, terk etmekten ibarettir. Yani salik
nefsin payı için, hiçbir şey taleb etmeyip, ta ki nefsine hiçbir ihtiyar
sıfatı kalmayıncaya kadar, nefsin işlerini külliyen Mevla’sına havale
etmelidir.
Rivayet edilir ki, şeyhlerden birisi, El-Şeyh Abdül-Halık El-Gucduvani’nin
(Kuddise sirruh) yanında oturup, ben şöyleyim: şayet, yüce Allah, beni,
cennet ile cehennemden, birisini kendime seçmekte serbest kılsaydı, kendime
cehennem ateşini seçecektim. Çünkü ben nefse muhalefet etmekle emr olundum.
Nefis ise, cehennem ateşini istemez. Deyince, Hace (Kuddise sirruh):" biz
öyle değiliz. Hatta bizim bir ihtiyari vasfımız bile yok ki, birisini
seçelim. Allah (Celle ve âlâ) bize ne gibi bir şey seçse, o mahbubumuzdur."
Diye buyurdu.
İşte kardeşim: bunu düşün ki, Hace’nin (Kuddise sirruh)
buyurduğu bu sözü, bu kavmin tarikatını arzu eden bir kimse, kendi
muradından çıkıp, onların yaptıklarına mütabeat ederek, acaba bu iyi midir
yoksa iyi değil midir? Diye tefekkür etmeyeceğine delalet eder. Fakat mürid,
mürşidinin sohbetine nail olmadığına hasret çekmesi ve ona iştiyakı
lazımdır. Hatta çektiği hasretten ölünceye kadar hastalansa, akıldan uzak
bir şey değildir.
Mısra:
"Mahbubun iştiyakından hastalandım.
Ve beni terk ettiğinden öldüm.
Öyle ise, bu durumla sana nasıl halimi şikâyet edeyim?"
Beyt:
"Kendimden geçtiğim için, her gece, ayrılık kederinden,
‘Yâ Rabbi’ narasını çekip feleğe ulaştırdığımın haberini
acaba mahbubuma kim eriştirecektir?"
"Evraddan hiç birisi bende te’sir edip, onunla müteessir
olmadım" diye yazdınız. Ey kardeş! Mürid hiçbir şey düşünmeden, kendi
üstadının emrine imtisal etmesi lazımdır. Başka bir şey tefekkür etmesi,
tarikat haricidir. Bekli üstadını taklid ederek amel edecektir. Emr
ettikleri şeyler, faydadan yoksun değillerdir. Üzerimize vacib olan şey,
emirlerine imtisal etmektir. Bize bir halin zuhur edip etmemesi, onlara
tafvici (havale) edilmiştir. Emre imtisal edip de bir şey’in (eserin) zahir
olmamasından dolayı, imtisalin kıymeti olmadığı zan edilmesin. Çünkü bazı
zanlar günahtır.
El-Cami (Abdurrrahman) (Kuddise sirruh): "Fayda: Mahbub için
hizmet etmektir. Ondan daha üstün bir fayda yoktur." buyurdu.
Rabıta kokusunun lezzetinden bana, ehemmiyetsiz bir zevk
hasıl olur. Diye yazmışsınız. Ey kardeş! Ona nasıl önem verilmesin ki, büyük
zatlardan vaki olan az bir şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir
şey, çoktur. Yine onlardan vaki olan hakir bir şey, büyüktür. Mevahib El-Ledünniyye
kitabı ile, şerhinde demiş ki:" muhabbet, mahbub için, çok yapılan amelleri
az, mahbubdan gelen az bir ni’metin çok bir ni’met olduğunu bilmektir.
Nitekim:" senden (mahbubdan) olan az bir iyilik, bana yeter.
Lakin, senin az olan iyiliğine, az denilmez." Denilmiştir. Burada Mevahib
kitabı ile, şerhinin ibareleri sona erdi. Büyük zatlardan olan şey’e nasıl
az denilebilir ki, onların tek bir nazarı, dünya ve dünyadaki şeylere
mukabildir.
El-Hafız:
"Eğer Şiraz’ın o mahbubu, gönlümüzü ele alırsa, onun benine,
Semerkand ile Buhara’yı bağışlarım."
Demiş. (Onun söylediği
bu beytine karşı) başkası da;
Beyt:
"Yanlış söyledin, hata ettin (ey hafız!) sevgilinin
kıymetini bilmedin.
Ben mahbubun tek bir bakışına (kıymet olarak) her iki
dünyayı (dünya ve ahireti) satarım"
demiştir.
Bununla beraber, rabıtanın size te’sirsiz oluşunun sebebi,
şartlarını yerine getirmediğindendir. O, şartların bazısı şudur ki: ne
olursa olsun, mahbubdan (Allah’tan) başka hiçbir şey’e kalben iltifat
etmemektir. Mümkünse virdlerini ayrı ayrı vakitlerde, yani sabah, duha, öğle
ile ikindi namazından sonra, mümkün olmazsa, sabah namazından ve yatmadan
önce, yapmanız, akşam ve yatsı namazlarından sonra, rabıta niyetiyle,
gözünüzü kapatmakla, sadatın da (Kuddise sirruhüm) böyle yaptıklarını
düşünerek, (biz dahi sureten de olsa, adetlerine uymaktayız.) diye tefekkür
etmeniz lazımdır. Sizin, Mustafa’nın (Sallallahu aleyhi ve sellem) şeriatına
tabi olanların üzerine, selam olsun! O, şeriat sahibinin üzerine de en üstün
salat ü selam ve sena olsun! Bazı vakitlerde, bizden bedel olarak, Gavs-ı
a’zamın (Radıyallahü anh) türbe-i şerifinin ziyaretine gitmenizi dileriz.
Devamlı saadet üzere bulunun!