
Bütün hamdler, cûd sahibi olan Allah’a mahsustur. Salât ü
selâm Makâm-ı Mahmûd sahibi Efendimize, kâinatta temiz rûhlu olan âline
ashâbına olsun! Bundan sonra, bu mektûb, alem kutbu kaymakamının
perverdesinden sıdk ve vefa sahisi., kalbiyle Allah’a müteveccih, mâsivayı
terk eden, muhabbet ateşiyle yanan, sohbet ve ülfete haris, Nakşibendî
nisbetinin sahibi, Seyda hazretlerinin halifesi, (huzûrlu) vakit ve safâ
sahibi efendimiz Molla Mustafa’yadır. Kendisinde cezbe ve muhabbetîn hâsıl
olması hususunda Allah onu mütevekkil kimse eylesin! Perverdeye mektûbunuz
vâsıl olmadan üç veya dört gün önce, sizi özleyip kalbî muhabbetinizin
harâretiyle alevlendi. Kendisinde sabır kalmadı. Dolayısıyla, hakkınızda,
vefânıza ve perverdeyi nefsinize tercih ettiğinize dair, Muhammed Said ile
konuştu. Mektûbunuz gelinceye kadar, bu durum kendisinde devam etti. Onunla
gayet sevinerek Allah’a hamd ü şükr etti. Zira perverede, yükselmesini ve
makamının artmasını, Üstad-ı a’zama (Radıyallahü anh) tâbi olanların
kendisine yapacakları iltifatlarından bilir. Beyit:
"Câmî (Abdurrahman), senin meclisinde bulunmak hevesinden
başka bir şey arzû etmez. Lâkin sultanın huzuruna çıkması için, fakir
kimseye kim yol verir." Perverdeye makamdan bir şey yoktur. Olsa da Üstad-ı
a’zam tâbîlerin nazarları ve onlarla yaptığı sohbetlerindendir. Beyit:
"Ayna sensin, (Ey sevgilim) o (Câmî) aynanın bezeyicisidir.
Sen gizlisin, o aşikârdır."
"Manâyı sen böyle ifade edersin ey şeker ağızlı. Ben ise, kitab
cildi, ses ve harfim."
Hülâsa perverde kusurlu da olsa, sizin gibilerin himmetinden
ümidini kesmez. Kerem ve vefâ ehli olduğunuz hâlde, nasıl ümidini keser zira
kerîm kimse, dilencisini boş çevirmez.
Mektûbunuzda tevveccüh yapılmasının keyfiyetini sormuşsunuz.
Efendim, perverde o hususta cevap verecek kabiliyette değil. Lâkin ya üstâd-
a’zam veya şeyhimizden (Radıyallahü anhümâ) işittiğine veya anladığına göre,
konuşacaktır. Üstad-ı a’zamın âdeti, teveccüh yapmadan önce, Allah’a âşık
olanların yazdıkları kitablarını okumasıyla, bast ve neş’esine sebeb olacak
bir kimse ile sohbet etmekle meşgul olup, konudan hariç hiçbir şey
konuşmazdı. Belki sâdâtlardan bu husus, kendi mürşidinden (Radıyallahü anhüm)
bahs ederdi. Teveccüh zamanı yaklaşınca, cemaate oturmalarını emr ederdi.
"Şübhesiz sâdâtın nisbeti, mürşid, cemaatını otur emri eylediği zamanda,
teveccüh eder" derdi. Öyle ise emr olundukları zaman, beklemeden hemen
oturmaları lâzımdır. Teveccüh zamanı gelince, âdâba göre mürşid abdest alıp,
abdest âzaları kurumadan önce, teveccüh yapılacak yere acele gitmelidir.
Lâkin abdest, sünneti kılınacak kadar zaman geçmemesi lâzımdır. Yine
teveccüh terbiye bakımından, abdestten sonra, sigara içmemesi, acele etmeden
vekar ve huzur içinde yürümesi, mânen mürşidinin kendi önünde bulunduğunu
düşünmesi icab eder. Teveccüh yapılacak evin kapısına veya teveccüh
yapılacak yerin yakınına ulaşınca, bütün cemaatin ferdlerinden istimdad
edip, kendisinin o işe lâyık olmadığını belki boş olan bir su kabı gibi olup
bu teveccüh ve irşad mertebesinden birçok merhalelerle uzak olduğunu
düşünmesi, müridlerin teveccühden istifadelerini kendinden bilmeyip belki
üstaddan onu emir eylediği sebebiyle olduğunu bilmesi lâzımdır. Beyit: "Ben
neyim, bir şey değilim. Benim rûh ve revanım sensin. Ben kuru bir ağacım,
üzüm bağı değilim. Bağ ve bahçem sensin. Sensiz bir adım bile koşamam,
duruşum, gidişim, sensin." Mürşid, bunları yaptıktan sonra, cemaatin
halkasına dahil olup ya iki re’kat düha, ya da abdest sünnetinin namazına
veya mezhebine muvafık ise, her ikisine de niyet ederek iki re’kat namaz
kılar, selâmdan sonra bir Fâtiha ile üç def’a İhlâs (Kulhüvallahü Ehad)
sûresini okur, sonra dua etmeye başlar, (nakşî sâdâtın silsilesini okurken)
tarikat reisinin bahsine gelince, yüzünü cemaatin halkasına doğru çevirir.
Üstad-ı a’zamın bahsine gelince, üstadın bulunduğu cihete doğru yönelir,
kendisine (tarikat sâdâtının) rûhâniyetleri zâhir olunca, hemen kalkıp,
rûhâniyetler cemaat halkasının hangi tarafına giderlerse, arkalarından
gitsin! Zahir olmazlarsa, istediği tarafa gidip o tarafa teveccüh eder. Bu
durum, rûhâniyetlerin de o tarafa gittiklerine alâmettir. Mürşidin teveccüh
yapması, üstadın rûhâniyetinde fâni olmakla olur.
Üstad-ı azam, (Radıyallahü anh) yaptığı bâzı teveccühleri
hakkında buyurdular ki: "Ben maneviyatda falana giderek ondan nisbet
aldıktan sonra, teveccüh saflarının aralarında dolaştım" Şeyhimiz de (Radıyallahü
anh)" Ben her bir ferde üç teveccüh yapıyorum. Yalnız bana vasıta oluşundan
dolayı üstadımdan kendim için, sonra hem kendime hem de teveccühünü
yapacağım kimseye, istimdad eder, daha sonra, nefsimi üstadın nefsinde fenâ
(yok) edip o kimsenin teveccühünü yapıyorum." buyurdu.
Teveccüh etmeye liyâkatim yok diye uzun uzadıya yazdığın
mes’elenin cevabı şudur: bu görüş, teveccüh yapana lâzım olan şartlardandır.
Hattâ teveccüh eden kimse, nefsini teveccühte bulunan bütün kimselerden
hattâ bütün eşyalardan daha aşağı olduğunu bilmesi lâzımdır.
Bu tarikat reisi olan Hâce Behâuddin Nakşibend (Kuddise
sirruh) buyurdular ki, "Şübhesiz nefsimi her şeyle karşılaştırdım. Onu her
şeyden hattâ köpeklerin artığından daha aşağı, daha hakîr, daha zelîl
olduğunu gördüm."
Hâce El-Ahrar da (Radıyallahü anh), "Eğer vecd, şevk sahibi
bir yoldan gidip de onda yatan bir köpeği zarûretsiz olarak uykusundan
kaldırsa, buna üzülmeyip durumu değişmezse, onun bu durumu şeytandandır."
buyurdu.
Teveccühü yapan mürşid, üstadının emrine imtisal etmek
maksadıyla, ne için kendisine emr eylediğinin sebebini bilmeden teveccüh
edecektir. O esnada abdest bozulup bozulmadığı zannına iltifat etmez. Bâzı
müridler, Allah’ın aşkıyla müşerref olup, onlardan zâhir olan aşk, manevî
yaklaşma (sâdâta) ve rûhâniyetlerinin huzûruna katılmalarındandır. Teveccühe
katılan mürid, (sâdâtın) Allah’a olan muhabbet ışığından yansıtmalarından
yansımış olur. O esnada kendisinde hâsıl loan korku hâletinin sebebi de
budur. Zira "müridin durumu, kendisine aks eden şevk ve korku hâletinden
anlaşılır." demişlerdir.
Mektûbunda yazdığın Hacı Ahmed kızının mes’elesi ve kalem ile
beyan edilmeyecek kadar zuhûr eden eziyet ve hâdise hakkında, perverde,
"Ebeveynine Allah’tan, en iyi sevab ve Molla Derviş’e de lâyık olduğu cezayı
versin!" diye dua eder. Perverdenin zannına göre, bu musibet, ebeveynleri
için yüce Allah katında makbul olmalarına ve Üstad-ı a’zama (Radıyallahü anh)
karşı olan muhabbet ettikleri davalarında doğruluklarına delâlet eder. Hattâ
bu, onların mezkûr davalarına bir şahid hem de kâmil bir şahidtir. Çünkü her
ikisi, Molla Derviş’in Üstad-ı a’zama mensub olduğu için rızâsını kendi
rızâlarının üzerine, re’yini kendi re’ylerinin üzerine tercih etmişlerdir.
Perverde, ellerinizden öper, duanızı diler. Dünyadaki her
şeyden kendisine Üstad-ı a’zamın bulunduğu mekânın komşuluğunu seçen, en
doğru yoldaki halifesi Reşid de ellerinizden öper, duanızı diler.
Allah, efendimiz Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem)
bütün âl ve ashâbına salât ü selâm eylesin!