
Salât ü selâm, efendimiz Muhammed Mustafâ’nın, (sallâllahü
aleyhi ve sellem) safâ ehli olan âl ve ashâbına olsun.
Sonra bu mektûb, âlem kutbu kaymakamının (Rahmetullahi aleyh)
perverdesinden, Allah yolundaki kardeşi ve Allah için dostu, dini
değerlendirmeğe çalışan Şeyh Şihâbüddin’edir. Allah, onu mukarrabunlardan
(kendine yakın olanlardan) eylesin!
Mektûbunuz, perverdeye vâsıl olup, hülâsasını anlayarak
manâsından zevk aldı. Dolayısıyle son derece sevindi. Halkın tarikata dahil
olduklarından, şevk ve muhabbeti hâsıl olduğundan, Allah’a hamd ve şükür
etti.
Ey kardeşim! Müridlere hâsıl olan şevk ve tarikata dahil
olmaları etkisiyle ortada nefsini görüp, kendini beğenme hâleti, seni
tarikatın icab ettiği vazifeden soğutup, gevşetmeye sebeb olmasından,
nefsini korkut. Çünkü nefs çok hîlekârdır. Onun hîlesinden emin olunmaz.
Nitekim Allah (Celle ve alâ) Kur’an-ı Kerîm’de, Yûsuf Peygamber’den
(Peygamberimize ve ona, âllerine salât ü selâm olsun!) hikâyetle, buyurdular
ki:
"Ben nefsimi de temize çıkarmıyorum. Çünkü gerçekten nefs,
şiddetle kötülüğü emr eder." Belki mürşidin şevki, kendisine hakîki ni’meti
veren Cenâb-ı Bârî’nin şükür hakkını edâ etmediği için, Allah’a karşı
niyazda bulunmasına, ziyadesiyle ona şükür ve istiğfar etmesine sebeb olması
lâzımdır. Zira o şevk ve muhabbetin hakîki fâili azîz ve celîl olan Allah
olup, o hususta kulun hiçbir etkisi bulunmamakla beraber, zâhirde ona isnad
edilir.
Üstad-ı a’zamın nûrlu halifesi olan El-Molla Abdülkadir
tarafından halk tarikata dahil olup, kendisine şevk hâsıl olduğu hakkında
gönderdiği mektûbun cevabında buyurdular ki, Öyle ise, Allahü teâlâya şükür
ve hamd etmek, kendinizi Gavs-ı a’zamın gölgesinde, fâni etmekle meşgul
olmanız gerekir. Allah Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Sen (Ey Resûlüm), istediğin kimseyi hidâyet edemezsin. Lâkin
Allah dilediği kimseyi hidayet eder." buyurduğu âyet-i celîlesi, her ikimize
(sana ve bana) okunduğu hâlde sen ve bu cürey (köpek yavrusu) nasıl
hidâyetçi olabilir. Bu âyet-i celîlede, Peygamber’in (sallâllahü aleyhi ve
sellem) durumu böyle olduğu bildirildiği hâlde ikimizin hâli hidâyet
yönünden nasıldır?
Yine Üstad-ı a’zam, Siirtli Molla Abdülkahhar (Kuddise sirruh)
ile ona tâbi bâzı kimseler, kendisine geldiklerinde buyurdular ki: "Halenze
kasaba ahalisinden günahkâr kimdir?" diye sorulsa, "Molla Abdülkahhar ile
beraberinde gelenlerdir. Çünkü yüce Allah kendisini "arzû etme" düşüncesini kalblerine ilham edip onlara, hidâyet sığınağı gösterdiği ve oraya gitmeleri
için, ni’mette bulunduğu hâlde, şükür hakkın edâ etmediler. Başka kimseler
bununla ni’metlendirilmemişlerdir." derim.
Hülâsa mürid, Allah’tan, kendisinde tam bir fakirlik vasfı,
halktan tam bir istiğna (ihtiyaçsızlık) duygusu peyda olup, kendini köpekten
hattâ hristiyanlardan aşağı olduğunu bilinceye kadar, ibâdete çalışması
lâzımdır.
Hâce El-Ahrar (Kuddise sirruh) "vecd ve hâlet sahibi olan
kimse, bir yolda yürürken, kolay geçmesi için, orada yatan bir köpeği
rahatsız ederek kaldırsa, sonra kendinde aynı vecd ve hâletin zâil
olmadığını görse bile, bu durum onun için hayır değildir. Belki Hak teâlâ
sebhânehüden ona bir muahaze (azâb) olduğunu bilmelidir," buyurdu. Perverde
hastalığınızın geçmesi için, Allah’tan niyazda bulundu. Fakat hastalığınızın
ne olduğunu bilmedi. Tâ ki ona münasib bir ilâç göstersin. Lâkin kendinizi
sıcak tutup soğuktan korumanız gerekir. Size ve diğer kardeşlerinize,
Muhammed Efendi’ye, Sâdık Efendi, El-Şeyh Nureddin’e, Molla İsâ’ya ve daha
başka dostlara da selâm eder. Gerçekten dünyanın bir istikrarı olmayıp fâni
olduğunu bilmelidirler. Selâm, hidâyete ve Mustafa’nın (Sallâllahü aleyhi ve
sellem) şeriatına tâbi olan kimselerin üzerine olsun! Mustafa’nın, âlinin,
zevcelerinin, ashâbı ve zürriyetinin üzerine de salât ü selâm ve senâlar
olsun!