
Hiçbir varlık yok ki onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ü
selâm, mahlûkatının en hayırlısı olan Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve
sellem) bütün âl ve ashâbına olsun! Bundan sonra bu mektûb, âlem kutbu
kaymakamının (Radıyallahü anh) perverdesinden, kâhir olan Allah yolundaki
kardeşi Molla Tahir’edir.
Malûmdur ki, şerîatça talâkın vuku bulması için, talâktan
veya kadından zamir veya ism-i zâhir suretiyle, sarih olarak bahis
edilmesine muhtaçtır. Bu iki şeyden birisi telâffuzdan hafz edilse, (atılsa)
meselâ: birisi karısına hitaben, yalnız, "sen" dese veya "tâlikun (boştur)"
dese, veyahut boşadım dese, fıkıh kitablarında zâhir olduğuna göre, denilen
bu sözler, bâtıl olup, bir hüküm teşkil etmezler. Nitekim Ahmed bin Hacer, (Tuhfetü’l-Muhtac)
kitabında, geniş bir izahtan sonra, bu husuuta demiş ki: "Birisi yalnız tâlikun veya karısı ile aralarında bir münâkaşa olmayıp tallâktü (boşadım)
kelimeleri ile, telâffuz ederse, Ezrûî ile Mâverdi, Kaffalın nassından nakil
ettiklerine ve hüküm ettiklerine göre, bunu söyleyen kişi, velev ki
zevcesini de niyet ederse, talâktan hiçbir şey vâki olmaz. Çünki bu sözleri
söyleyen kimsenin, bu tabirlerindeki talâk kelimesinde, kadını kasd ettiğini
dair, telâffuzda bir bağlaç karinesi geçmemiştir. Burada Ahmed B. Hacer’in
dediği sözü sona erdi.
Şabramelsi de kitabında bu konuda demiş ki, eğer ilkin talâk
talebi zevceden vâki olmamışsa, kocası, mef’ulü (nesneyi) zikir etmeden,
talâktü (boşadım) kelimesini demesi, sarih talâk olamaz. Fakat talâkın
kinayesi olup olmadığında tereddüt edilir. Sonra bu talâkın ne sarihi ne de
kinayesi olduğu fetvasını ibnu Hacer kitabında yazdığını gördüm. Tabirinin
zâhirinden anlaşıldığına göre, adamın söylediği bu sözden önce, zevc ve
zevce arasında şiddetli münakaşa vâki olmuşsa da yine söylediği bu sözü bir
şey ifade etmez. Burada Şebramelsin’in sözü sona erdi.
Bundan da anlaşılıyor ki, talâk tabirinde, kadına veya talâk
(boşanma) lâfzına delâlet edecek lâfzî bir karine gerekir. Böyle bir karine
olmazsa, kalbindeki niyet tesir etmeyip, faydasız bir söz olur. Nitekim (Minhac
şerhi) Nihâyetü’l-Muhtaç kitabında müellifi demiş ki: Talâkta (boşanmada)
sadece niyet kâfi değildir.
İşte nakledilen bu ibârelere göre, konumuz olan (Talâkak, dü
talâk, setalâk, tüberdâ-i bi) (Bir talâk, iki talâk, üç talâk sen boş
olasın) tabirde bağlama edatı olan (B) harfi zikredilmediği için, cümlenin
evveli sonuna bağlı değildir. Çünkü onda irtibat alâmeti yoktur. Şübhesiz,
yukarıda geçtiği üzere, karinesiz veya talâka delâlet edecek, bir şey
zikredilmeden sadece niyet etmek talâkın vukuunda tesir etmediğinide
anladın.
Öyle ise fetvada bahs ettiğin adamın dediği "Talâkak, dü
talâk, se talâk" (Bir talâk, iki talâk, ü talâk) tabirleri bağlantısız
olduğundan, batıl bir söz olup, hiçbir şey ifade etmez.
Yalnız adamın "Tu berdâ-i bî" (Sen boş olasın) söylediği
kelimelerin, ne ifade ettiği mes’elsi, kaldı. Şayet, adam bundan üç talâk
ile, sen boş olasın demek irade etmişse, üç talâkı, yoksa bir talâk vâki
olur. Halbuki bunu söyleyen hâdise sâhibinden ne kasd ettiğini sordum, boş
olasın meâlindeki sözü söylerken, üç talâkı kasd etmediği ve aklına bile
gelmediğine dair yemin içerek bana cevab verdi.
Binaenaleyh bu tâbir Talâk-ı recî olup kendisine ric’at
etmekle (kadının tekrar kabul edip, rücû etmekle) emrettim. Ve hemen rücû
etti. "Şayet, İbnu Hacer’den nakil ettiğin mef’ulsüz olan tallâktü (boşadım)
kelimesi ile, bu adamın dediği sözleri arasında, fark çoktur. Zira adamın
mezkûr sözlerinde, şâyi olmakla beraber, açıkça talâk kelimesi de vardır. O
halde, cümlenin evveli sonuna bağlı olduğuna ibaresinden harf-i cer
(bağlantı harfi) olan (Be) edatı hazf edildiğine dair bir alâmettir. Öyle
ise, kadın üç talâk ile kocasından boşanmıştır." desen, cevabında derim ki, İbnu Hacer’in kitabındaki mezkûr ibare ile, bu adanım tâbiri arasında hiçbir
fark yoktur.
Çünkü mef’ûlün hazfi, harf-i cerrin hazfinden daha çok vâki
olur. Bununla beraber, İbnu Hacer, misal olarak gösterdiği mezkûr ibarede,
zevc ile zevce arasında, o anda vâki olan kavga ve münâkaşaları gibi
hâdiseler, talâk için, mevcut bir karine oldukları halde, âlimler, ona
iltifat etmeyip hatta onu, talâkın kinayesinden bile, saymayarak bâtıl bir
söz olduğunu kabul etmişlerdir. Öyle ise, konumuz olan bu ibarenin
telâffuzunda da rabt (bağlantı) edatı olmadığına göre, ona iltifat edilmez,
(bir hüküm ifade etmez.)
Bu tabirle beraber, kuvvetli talâk karinesi olsa da talâk
mânasını mülâhaza etmek gerekir. Mülâhaza edilmediği takdirde telâffuzdaki
talâk kelimesi, bir mâna ifade etmediği gibi karine dahi hükümsüzdür.
Nitekim, Büceyremi kitabı, (menhec kitabı metninin) "ketallâktüki" (seni
boşadım gibi) ibâresi şerhinde demiş ki, musannif bu kavlindeki, arapçada
teşbih (benzetme) edâtı olan kâf harfi zikir etmesinden maksadı, tâbirde
geçen mef’ul (nesne) kelimesi zikir edilmezse, ona delâlet edecek bir karine
olup mülâhaza edilmedikçe, talâk vâki olmadığına bir işarettir. Meselâ:
birisi birisine "Sen kadınını boşadın mı?" dediğinde ona cevaben, boşadım, yâni kadınımı boşadım, dediği tâbiri gibi. Talâkı (boşanmayı) kasd ederse,
vâki olur, yoksa vâki olmaz. Burada Büceyremi kitabındaki ibaresi sona erdi.
Şeyhimiz ve İslâm dininin şeyhi, Verkanıslı şeyh Fethullah da (Radıyallahü
anh) böyle fetva vermiştir. İşte buna dikkat et!
Size ve yanınızda bulunanlara selâm olsun! Allah, Efendimiz
Muhammed’e (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve sahâbelerinin üzerine, salât
ü selâm eylesin!