
Hiçbir varlık yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Salât ü
selâm, Efendimiz Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem) âl ve ashâbına
olsun! Bundan sonra, bu maktûb, âlem kutbu kaymakamının perverdesinden,
Allah yolundaki kardeşi Molla İsmail’edir. Allah, onu dostlarından eylesin!
Şübhesiz, bu yüce tarikatın Allah, o tarikat sâdâtının
rûhlarını kutlasın. Esası ve Üstad-ı a’zamın mektûblarında def’alarca takrir
eylediği gibi, ihlâs (doğruluk), muhabbet ile mürşide teslim olmaktır.
Sâlikte bu üç şey mevcud olsa, halet ve şevklerin itibarı yoktur. Şayet
halet ve şevklerde, mezkûr üç vasıflar ile mevcud olurlarsa, ne iyi.
Olmazlarsada zarar yoktur. Mezkûr üç vasıflar mevcud olmazlarsa, hiçbir şeye
itibar edilmez. Öyle ise, mürid bu üç şeylerin tahsiline çalışması ve icab
eyledikleri şeylerle amel etmesi lâzımdır. Çünkü bu üç şey, mevcud oldukları
zaman, parlak islâm şeriatından en büyük maksad olan istikamet vasfı da
onlara terettüp eder.
"Tarikattaki iş bu üç şeyden başka hiçbir şey değildir." Sâlikin tâatında bir gevşeklik vâki olsa, ondaki kusurundan olup, Allah’ın (Celle
ve alâ) ihsanında, kezâ sâdâtın himmetlerinde hiçbir noksaniyet olmadığı
bilinmelidir. Şiir:
"Her ne noksan ve suç ki vardır, bizim düzensiz ve yakışıksız
olan kâmetimizdendir. Yoksa senin hediyen kimsenin boyuna kısa değildir."
Hâce Muhammed El-Ruci, mürid, tâatta çalışıp keramet ve
manevî haletlerin kendisine hasıl olmasına bakmaması gerekir. Çünkü tasavvuf
ehlinin bütün tahkikçileri, bu dünya evi, amel etmek yeridir. Mükâfat evi
ise, âhiret olup, şayet îmânı kuvvetlenmesi için, bir kimseye, bu dünyada
mükâfat olarak bir şey verilse, kendisi onu vaktinden önce, acele ederek
talebinde bulunduğu, ona verilen o ni’met yerinde olmayıp belki yeri âhiret
günü olduğu kanaatindedirler.
Öyle ise, cesaretli bir adam isen, tâat ve ibadete çalış.
Âhirette mükâfatı çoktur. Bununla beraber, Nakşibendîlerin tâattan
maksadları, yalnız zât-ı Bârî’nin rızâsının talebine hasr edilmiş, Allah’ın
(Celle ve alâ) zatından başka bir şey’i düşünmezler. Müridlerden biri,
şeyhine dedi ki: Ben falan sahraya gittim. Oradaki bütün ağaç ve bitkiler
benimle konuştular. Şeyh ona, senin bu haline taaccüb ederim. Ben senin ile
Allah’ın (Celle ve alâ) arasında vasıta olduğum halde, sana bu halet nasıl
geldi? diyerek onu tevbeye davet edip, adam tevbe etti. Sonra müride dedi
ki, tevbenin kabûlünün alâmeti, o sahraya gidip, o ağaç ve bitkilerden
hiçbir şey işitmemektir.
Demek ki müridin kendisini mürşidine havale etmesi lâzımdır.
Ona arzû ettiği şey’i mürid şahsen kendine irâde ettiği şeylerden hayırlı
olduğunu, ona hasıl olacak şühûd, istiğrak ve daha başka haller mürşidinin
görüşüne havale edildiğini, vakitleri gelince, onları kendisine
açıklayacağını, yoksa ondan gizleyeceğini kat’î olarak bilmesi gerekir.
Hattâ yaptığı amellerin, kendisine birçok faydalar sağlaması için,
mürşidinin rızâsından başka bir şey taleb etmemesi lâyıktır. Şiir:
"Madem ki iki âlemde (Dünya ve âhirette) bana bir dost
(Allah) lâzımdır. Cennet, cehennem, hûri ve uşaklarla ne işim vardır?"
Sana adetleri beyan edilen virdlerini yapıp bitirdikten
sonra, üstadının rabıtasıyla meşgul ol! Sana kalb huzûru ve iştiyak hasıl
olduklarında, bu huzûr ve kalbin tarafına iltifat et! Başka bir şey ona
dahil olmamak için, kalbin üzerinde otur! Şayet böyle yaparsan, kalbe
yaptığın o teveccühün, şartı hasıl olduğu takdirde, yani kalbine dikkat
edip, o huzurdan başka, hattâ kalbini bile mülâhaza etmezsen, sana bu
âlemden hattâ kendi nefsinden bile gaybet (kendinden geçme) haleti hasıl
olmayacağını zannetmiyorum. Eğer başka bir şey kalbine vaki olsa, hemen üç
def’a,Yâ fe’al (ey dediğini hemen yapan Allah) de! O hatırına gelmezse,
kalbinde "Lâ ilâhe illâllah" yani hakikatta Allah’tan başka bir İlah yoktur,
de!
Sana, umûmî ve husûsî olarak, diğer mürid ve tâbilere selâm
ederiz. Allah’ın (Celle ve alâ) rızâsını kazanmak için, gayet cehd edip
dünyanın fâni olduğunu, yalnız ona çalışan kimse, hava üzerinde bir bina
inşa etmesine, suyun üzerinde yazı yazmasına, çalışan kimseye benzediğini,
âhiret için amel etmek, hattâ ancak Allah’a (Celle ve alâ) hassaten yapılan
amel, birçok faydalar sağlayıp dolayısıyla ona sayılmayacak kadar ni’metler
terettüp eylediklerini bilsinler! Hatme yapmaya, üstaddan bahsetmeye, onun
sohbet ve kavuşması kendilerine hasıl olmadığına dair hasretine çalışsınlar!
Allah’ın salât ü selâmı mevlâmız Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve sellem)
âl ve ashâbına olsun!