
Bütün hamdler, Allah’a mahsustur. Salât ü selâm Allah’ın
resûlüne, âline, ashâbına ve zevcelerine, ona yardım edenlere olsun! Bundan
sonra, bu mektûb, âlem kutbu kaymakamının (Kuddise sirruh) perverdesinden,
Allah yolundaki kardeşi, parlak islâm şeriatı için insaf ve tam gayret
sahibi, hakka talib, taassub ve meşrû olmayan yollarda bulunmayan, yüce
mertebe sahibi Molla Ali’yedir. Allah onu mütakaddim âlimlerin yollarında
sâlik eylesin.
Birisi, Be se telâkı bî fetvâ tû jimin berdayi bi hattâ
Bağdâyı fetvâ tü ne bî "Zevcesine üç telâk ile sen benden boş olasın.
Bağdad’a kadar feva olmasın." dediği sözlerinden talâkı vâki olmadığına
dair, sizin ve Molla Abdullah’ın mektûbu perverdeye ulaştı. Kitablara
müracaat etti. Bu hususta açık bir mes’ele görmedi. Lâkin bu sözü karısına
söyleyen kimse, talâka niyet etmediyse, talâkı vâki olmadığına dair
kitablarda sariha benzer bir mes’eleyi bulduğunu zan eder. Çünkü, fıkıh
kitablarında, bu konuya ait bütün ibareleri, bu lâfızlar talâk (boşanmak) ve
talâk sayısı için sarih değil de talâk sayısından kinaye olduklarına delâlet
etmektedirler. Meselâ: Ahmed bin Hâcer, (Tuhfetül Muhtaç) kitabında,
talâktan kinaye olan tabirleri, ta’dât ettikten sonra, demiş ki: Şayet
kadın, kocasına "Ben boşanmışım" dediğinde, kocası "bin kere" demiş olsa, (İmâm-ı
Şâfiînin telmizleri, onun kelâmından istihraç ettikleri veya kendilerinden
içtihad ettiklerine göre), bu sözleri talâk ve talâk sayısının kinayeleri
olur. Şayet söylediği anda, yalnız talâkı (boşanmayı) kasd etmişse, sayısı
belli olmayan talâkı vâki olur. Hem talâkı hem de sayısını kasd etmişse,
niyet ettiği talâkın adedi, vâki olur. Bu fetva, Ravda ve başka (Şâfiî
mezhebindeki) kitablarında geçen arapça "Enti vahidetün ve selâsetün" sen
birsin veya sen üçsün. Tabirleri hakkındaki hükümden alınmıştır veya
kocasından o, boş mudur? sorulduğunda, cevabında "üç" dese, yine yukarıda
kadın kocasına ben boşanmışım, dediği tabirin hükmü gibidir. Burada İbni
Hâcer’in dedikleri sona erdi.
İbni Hâcer’in mezkûr kitabının hâşiyesi olan Dağıstânî’de,
Nihayetül Huhtaç kitabının hâşiyesi olan, Ali Şebramelisin’den naklen
"tabirde geçen hükmü gibidir" dediği sözlerinden maksad, kocanın bu cevabı
daha evvel ibarede geçen "bin kere" dediği sözü gibi kinayedir. Yine
tabirinde geçen arabca "mislühü" (onun gibi) kelimesinin bitişiğindeki gâib
zamiri, (Üçüncü tekil şahıs zamiri) daha önce kelâmında geçen, "Ben
boşanmışım" ibaresine aittir. İbni Hâcer’in mezkûr tabirine benzer.
Nihayetül Muhtaç kitabında da bir ibare vardır.
(Şâfiî mezhebindeki) fıkıh kitablarından El-Envar kitabı
talâk bahsinde su tabir geçer: "Eğer birisi, karısına, "enti tâlikun se bare."
(Sen üç kere boşsun.) dese, ceddim demiş ki, çoğunlukla insanlar arasında câri âdetlerinin zahirine göre, bu tabirden üç talâk irade edilir. Fakat,
Rafiî: Bu sözü söyleyen kimseye müracaat edilip niyetine göre fetva
verilmesi muhtemeldir. Dedi.
El-Envar hâşiyesi Kümesra El-Envar’daki ezkûr ibaresinin
hâşiyesinde demiş ki: "Se bare" tâbirinin manâsı, üç kere demektir. (Rafiî
demiş ki) kavli ise, Rafiî onu Rüyânî’den hikâyet etmiştir. Yine mezkûr
ibarede geçen (ceddim) kavli de Rüyânî’nin kavli olup yani Rüyânî’nin ceddi
demektir. Hakikatını anlamak istersen, bunu araştır. Yine Envar’ın "Bu sözü
söyleyene müracaat edilip" dediğinin manâsı, bu sözü söyleyen kimseden
maksadı ne olduğu sorulur, demektir. Burada Kümesra’nın sözü sona erdi.
İşte, ey kardeşim! Düşün ki bu nakillerden anlaşıldığına
göre, fıkıh âlimleri, talâk mes’elesinde yalnız talâk sayısı olan üç beş
gibi lâfızlarla nazarı itibara almayıp belki o sayılardan sonra gelen temiz
kelimesine (o sayının neden ibaret olduğu kelimeye) yani talâk kelimesini
muteber tutmuşlardır. Eğer fıkıh ilmince, sayıdan sonra temiz kelimesi,
talâkın sayısından kinaye ise, ifadede, telâffuz edilen adedi de kinaye
olarak ona tabi etmişlerdir. Bahs edilen temiz kelimesi, boşanma için sarih
ise, ondan önce zikr edilen adedi de (1,2,3) sarih olarak saymışlardır.
Zannıma göre, Envar kitabındaki ikinci tabir ile, bahis
konusu olan adamın tabiri gibi olup, aralarında fark yoktur. Yani her iki
tabirde de sarih olan adet, talâkın sarihine delâlet etmediği bir kelimeye
izafe edilmişlerdir. Zira, tabirinde geçen (telâk) kelimesi, Nihayetül
Muhtaç kitabı sahibinin görüşüne göre, mutlaka talâktan kinayedir. Ahmed bin
Hâcer’in görüşüne göre, mutlaka kinaye olmayıp belki talâk değil, telâk ile
telâffuz eden kimse, ta harfini te harfine tebdil eden kavimlerden olmaması
kaydıyla kinaye olur. Hattâ İbni Hâcer’in mezkûr kitabının hâşiyesi olan
İbnu asım kitabından, Şâfiî âlimlerince, telâk (mastar) kelimesinin
telâffuzunda değil, tâlık (ismi fâil) kelimesinin kinaye olup olmadığı
hususunda ihtilâf olduğu anlaşılır. Nitekim mezkûr hâşiyede demiş ki: Fer’ûn
(geçen konu ile ilgili bir dal) ama te harfi ile telâffuz ederek
Aleyyettelâk (telâk üzerime düşsün!) tâbiri, avam tabakasından olsun, fakih
olsun, herkes hakkında kesin olarak talâkın kinayesidir. Bu tabir, (te) ile
telâffuz olunan tâlık tabiri arasındaki fark ise, şudur ki, te ile telâffuz
edilen telâk kelimesi için, manâ yoktur. Fakat masdar olan telâk kelimesine,
bir manâ olduğu muhtemeldir. Burudu İbnul Kasım’ın ibaresi sona erdi.
Tuhfetül Muhtaç ve diğer kitabların ibarelerinden istifade
edildiğine före, yukarıda geçen El-Envar kitabındaki "enti talikun se bera"
tabirinin iki manâsından ikinci ihtimali doğrudur. Yani kinaye olup, hüküm
söz sahibinin niyetine bağlıdır. Çünkü onda kavmin lügat ve âdetleri, telâk
ile telâffuz edilmesinin, şartı nazarı itibare alınmamıştır.
Revd kitabı ile şerhinin ibaresi ise, bu konuda meâlen
şöyledir. Talâk hususunda muvataat (anlaşma), kinayeyi sarihe eklemez.
Meselâ: kocanın kullanacağım "sen üzerime haramsın" tâbiri telâktüki (seni
boşadım) tabiri gibi talâkın sarih olsun, diye muvafakatı, yani koca, "Ne
vakit karıma sen bana haramsın" cümlesini desem, bundan şübhesiz talâkı
idare ediyorum dedikten sonra, karısına sen bana haramsın demesi, talâkın
sarih olmaz. Belki, iptidâen söylemiş olduğu gibi kinâye olur. Zira, bunu
söylerken daha önce niyetinin değişmiş olduğu muhtemeldir. Burada Ravdü ile
şerhinin ibareleri sona erdi.
İşte bu mes’elenin tahkîkini, fıkıh kitablarından böyle
anladık. Şeyhim ve islâm şeyhi El-Şeyh Fethullah (kuddise sirruh) dahi bu
şekilde fetva vermiştir. Şayet sizde de bu hususta bu fetvadan başka sarih
bir ibare varsa, bizi ikaz ediniz! Allah’ın salât ü selâmı Efendimiz
Muhammed’e, (Sallâllahü aleyhi ve seallem) âline ve ashâbına olsun!