
Bu mektûb, Arvas’ın yüce kapı eşiğinin (Allah onun yüce
sâdâtının rûhlarını kutlasın!) hizmetkârı olan Muhammed Ziyâuddin’den, en
şerefli kardeşi, en saâdetli dost, zekâ ve temiz kalb sahibi, kendinde
güzellikler ve dirayeti toplayan, sâlih âlimlerin bakiyesi Molla
Abdülhakîm’edir. Allah, onu doğru ve sağlam yolda sülûk etmeye muvaffak
eylesin! Size selâmdan, dünya ve âhirette saâdetinize, âfetlerden
selâmetinize duâ ettikten ve sizden duâ taleb eyledikten sonra, size şunu
bildireyim ki, din mes’eleleri ile, onları kabul edip kâmil âlimler nezdinde
kabule lâyık olan doğru ilmî mes’eleleri idrak ve kabul etmenize dair ondan
gayret kokusu yayılan mektûbunuz bize ulaştı. Mektûb dört mes’eleden bahs
etmektedir:
1) Şâfiî olan bir
kimse, nikâh için, Ebû Hanife’nin (Rahimehullah) mezhebini taklid etmesi
câiz olup, olmadığı.
2) Böyle bir akdin, hüküm ve ifta
kabilinden olup olmadığı.
3) Âlim bir kimse, kendi mezheb
imamından başka diğer bir mezheb imamının hüküm ve iftasıyla hüküm ve
iftası câiz olup olmadığı.
4) Fıkıh kitablarında yazıldığına
göre, avm tabakasından olan kimseye muayyen bir mezheb olmadığına binâen
herhangi bir imamın mezhebini taklid etmeden, her dört mezheble amel
etmek câiz olup olmadığı.
Biz: Tevfik ancak Allah’tan, tahkik yolları ancak kudretinin
elinde olduğu halde, sorulan bu suallerin cevabında, deriz ki: birinci
mes’elenin cevabı: Mustuluhat-u İbni Hacer, (Ahmed Bin Hacer’in te’lifi
hakkındaki ıstılâh terimlerine mahsus) adlı, te’lif sahibi El-Şeyh Muhammed
demiş ki: altı şartla mezheb imamlarından, herhangi birisinin mezhebinin
taklid edilmesi, câizdir.
1) Kendisine taklid olunan imamın mezhebi, müteferrik
olmayıp, derli toplu olması.
2) Bir mes’ele için mezhebinden başka bir mezheb imamını
taklid eden kimse, o mes’eleye ait olan şartları ezbere bilmesi.
3) Taklid eylediği mes’elede kızının hükmü, iptal olunmaması.
4) Ruhsatları kast ederek araştırmaması yani bir mezhebden
yalnız en kolay fetva ile amel etmek için araştırmaması.
5) Bir mes’ele hakkında bir fetva ile amel ettikten sonra,
aynı mesele hakkında, zıddına delâlet eden kavil ile, amel etmemesi.
6) Yapılan taklid de telfik olmaması.
Bâzı âlimler, taklid edebilmesi için, yedinci bir şart
koymuştur. Şöyle ki: Bir imamın mezhebini taklid eden kimse, o imamın
mezhebini diğer imamın mezhebine tercih etmesi veya hiç olmazsa, ona müsavi
olduğuna itikad etmesidir. İbni Hacer, mezkûr bâzı âlimlerden bu yedinci
şartı nakil ettikten sonra, demiş ki: Lâkin Şeyhayn (Nevevî ile Rafiî)
ilimde üstün olan bir imamın mezhebi bulunmakla beraber mafdulun (ilimce
berikinden aşağı olan) mezhebinin taklid edilmesinin cevazını tercih
etmişlerdir. Burada hülâsa olarak Şeyh Muhammed’in dedikleri sözleri sona
erdi.
İbni Hacer’in (El-Fetavel Fıkhiyye) kitabının nikâh bâbında
özet olarak şu vardır: Nikâh mes’elesinde (Şâfiî olan bir kimse), diğer bir
mezhebi taklid etmek için kendisinden sorulunca, şu cevabı verdi: Ebu Hanife
(Rahmetullahi aleyh) ile diğer mezheb imamlarına, tezvic (nikâh akdi)
hususunda, o mezhebin sika (itimad edilir) âlimlerden olan bir zâta müracaat
edip o mezhebdeki nikâhta muteber olan bütün hükümleri kendisinden sormak
şartıyla taklid etmesi câizdir. Mutlak (kayıtsız şartsız) olarak taklid câiz
değildir diyen kimse, gerçekten yanılmıştır. Burada mezkûr kitabın
ibaresinin meâli sona erdi.
İkinci sorunuzun cevabı ise, nikâh akdi, hüküm ve ifta
kabilinden değildir. Çünkü onad âkîd (akid eden kimseye) ya kadını isteyen
erkek veya istenilen kadındır. Halbuki onların bu akidleri ne hüküm ne de
fetve olduğu âşikârdır. Nikâhları başkaları tarafından yapılsa, ya vekâlet
veya tahkim 8birisini hakem tayin etmek) suretiyle yapılır. Yani evlenecek
eşler, her ikisi de beldede zaruri kaldı (fâsık olup, yetkili zat tarafından
tayin olunan kadı) da olsa, aralarında nikâh akdini kıymak işini yetkili
kadıya, bulunmazsa veya yetkili kadı bulunup da eşlerin nikâhları kıymak
için maddi durumlarından fazla ücret alırsa, nikâh işlerini kadıdan başka
adâletle, kadılığa ehil olan kimseye havale ederler. Mezkûr âdil kişinin
akdi eşler tarafından kendisine tevdi edilmesi, vekâlet cihetindense,
yaptığı o akid, ne hüküm ne de fetva olmadığı yine açık bir hakîkattir.
Çünkü Nihayet El-Muhtaç kitabının (Faslün men yâkıdünnikâha ve mayet be ûhû)
nikâhı kıyan kimse ile o konuyla ilgili mesele hakkındaki fasıl ile ona tâbi
olan mes’eleden anlaşıldığına göre, bir akdin vekili sırf sefirden (elçiden)
başka bir şey değildir.
Şayet vekil ile muhakkem (hakem edilen kimse) manâ itibariyle
bir sayılır denirse, hayır ikisi bir değildir deriz. Nitekim İbni Hacer, El-Fetava
El-Fıkhiyye’de nikâh bâbında, az anlayışlı olan kimsede, tahkim ile vekâlet
meselesi bir olmadığını açıkça anlar demiştir. Burada İbni Hacer’in sözleri
sona erdi.
Şayet kendisine tevdi edilen nikâh kıyma işi, tahkim yoluyla
olsa, muhakkemin tasarrufu, hüküm değildir. Nitekim Nihayet El-Muhtaç mezkûr
faslın hemen evvelinde geniş bir açıklamadan sonra, hâkim, nikâhımı kıyacak
kadın, kendisine izin verdiği sabit olmadıkça, onu tezviç edemez. Çünkü
hâkim, nikâh akdine hüküm cihetinden sahib olduğu için, müstenedi (kadının
izin vermesi) sabit olması vâcibdir, diye İbni Abdüsselâm ile Bulkînînin
dedikleri sözleri reddetmek izin, onu sarih olarak söylemiş ve İbni
Abdüsselâm ile Bulkînînin mezkûr bahisleri hakkında demiş ki, Onların bu
dedikleri, hâkimin tasarrufu, hüküm olduğuna binaendir. Halbuki sahih olan
şey bunun hilâfınadır. Hanefî fıkıh kitablarından olan İbni Âbidîn
Edebülkada bahsinde demiş ki, Hâkimin tasarrufu, vilâyet (velilik)
cihetindense, hükümdür. Vekâlet cihetindense, hüküm değildir. Burada İbni
âbidînin dedikleri sona erdi.
Üçüncü sorunun Faslün fi ma yaktadî inîzalelkadı (kadının
azli icab eden şeyler hakkında bir kısımdır.) tabirlerinden hemen az önceki
Edebülkada bahsinde demişler ki: Nevevî Rafiînin kelâmlarından anlaşıldığına
göre, bir mezheb imamını taklid eden kimse, mukalledinin (ona taklid
eylediği imamın) dediklerinden başka bir hüküm vermez. Remli, İbni Hacer’den
ziyade "Bu böyledir" demiş, sonra her ikisi de bunda, onlara muhalefet
edenleri red etmişlerdir.
İbni Hacer (El-Fetavel Fıkhiyye) kitabının Edebülkada
bahsinde demiş ki, amelde dört mezhebden birisini taklid eden kimse,
vereceği fetvayı bilerek onu söyleyen imama izafe ettiğinde kendi mezhebine
ve mezhebinin hilâfına göre de halka fetva vermesi câizdir. Zira son
asırdaki ifta yolu, ancak nakil ve başkalarından rivayet etmektir. Bugünkü
müftülerin fetva yolları bu olunca, müftü, ya kendi mezheb imamından veya
başka mezhebin imamından hükümü nakil etmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Burada da İbni Hacer’in, El-fetavel Fıkhiyyedeki sözleri sona
erdi. Sonra İbni Hacer, bunun isbatına delil getirip, bu hususta ona
muhalefet edenin sözlerini red etmiştir. Daha sonra, aynı bu fetva bahsinde
demiş ki, ashâbımızın büyüklerinden bir cemaat, "mukalid taklid eylediği
imamın mezhebindeki mes’eleler hakkında fetva vermesi haramdır." Dedikleri
kavlinin manâsı, İbhussılahın dediğine göre, mukalid îndî (kendi görüşüne
göre) fetva vermesi, haramdır. Ama, onu taklid eylediği mezhebin imamına
isnad ederse, bunun hiçbir maniî yoktur demektir. Burada İbni Hacer’in
dedikleri sona erdi.
İşte, bu nakillerden, müftü ile hâkimin arasındaki fark
anlaşılıyor ki: Müftü mezkûr şekilde yani fetvayı bilip kendisinin taklid
etmediği bir mezheb imamına göre de fetva verilebilir. Fakat vazifesi,
hüküm, karar verme olan bir hâkim, kendi imamını mezhebinden başka bir
imamının mezhebine göre, dinlediği dava hakkında hüküm, karar vermesi câiz
değildir.
Dördüncü sorunuzun cevabı: Şübhesiz Molla Yahya El-Muzüri.,
Tuhfetülmuhtaç kitabın dibacesine (ön sözüne) ait hâşiyesinde sözünün
hülâsası şudur: "Fıkıh usûlü âlimlerin, avam tabakasından olan kimse için,
amel bakımından herhangi muayyen bir mezhebi yoktur." dedikleri kavlin manâsı, mezkûr kimse, bir mes’ele hakkında muteber mezheblerden birisini
taklidi, diğer bir mes’elede, ondan başka yine mûteber bir mezhebi taklidi
ve hakeza câiz olup devamlı olarak herhangi muayyen bir mezheble amel etmesi
lâzım olmadığı, yanlış düşünülerek kendisi muteber mezheblerden hiç birisini
taklid etmeksizin amel etmesi demek olduğu değildir. Burada Molla Yahya’nın
dedikleri sözleri sona erdi.
Makam ve zaman daralması için, yukarıda geçen kitabların
ibarelerini kısalttık. Uzun uzadıya beyanını istersen, cevablarda geçen
ibarelerin bahsinde, mezkûr kitablara müracaat edip hakkıyla düşün ki size
hak ve hakîkat zahir olsun! Hakka doğruya tabi ol! Çünkü hakka tabi olmak
daha lâyıktır. Hidayete tabi olana, Mustafa’nın (Sallâllahü aleyhi ve sellem)
(onun, âl ve ashâbına salât ü selâm olsun) mutebeatından ayrılmayana selâm
olsun. 17 Nisan 1321. H.