
Bize, kendine ulaştıran yolu göstermekle iyilik eden Allah’a
hamd olsun! Salat ü selam, Allah nezdindeki yakınlık yolunu halka bildiren
Peygamberine, (Sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ın muhabbet yolunu
insanlara açıklayan al ve ashabına olsun!
Bundan sonra, bu mektub, alem kutbu kaymakamının (Allah her
ikisinden razı olsun ve ruhlarını kutlasın!) perverdesinden, Allah yolundaki
kardeşi, Allah için dostu, faziletçe emsalinden üstün olan ve sevilen Molla
Mahmud’adır. Allah, ona ve nezdindekilere, feyz ve bereketini nazil eylesin!
Şeyh Alaüddin (şerefi arttırılsın!) namıyla gönderdiğiniz
mektub perverdeye ulaştı. Ona bakıp, müridlerin yaptıklarından size arız
olan macerayı, şiddetli korku ve öfkenizi anladı. Ey kardeşim! Bu hususta ne
size ne de onlara bir beis yoktur. Çünkü onların yaptıkları hareketler,
Allah’ın aşkındandır. Şahsı, nefsin hevasına değil. Hata da olsa, muhabbet
için yapılan bir şey hakkında sahibi, mazeretli görülür. Nitekim rivayet
edilmiş ki, Musa Efendimiz, Peygamber Efendimize, ona ve her ikisinin aline
salat olsun!
Bir çobanın önünden geçerken: "Ey Rabbim! Neredesin? Bana gel
ki, elbiseni bitten, kirden temizleyip ayakkabını yenileştireyim" dediğini
işitince, Musa (aleyhisselam) ona "Sen yüce Allah, hakkında ne diyorsun? O,
halbuki bu dediğin şeylerden münezzehtir, uzaktır" dediğinde yüce Allah,
Musa’ya dostumdan ne istersin? Buyurdu. Musa (Aleyhisselam) Ey Allah’ım! O
hakkınızda böyle böyle der. Celil ve yüce Allah, buyurdular ki, onun
dedikleri sözleri sevgisinin şiddetinden olup, dolaysıyla aklı gitmiştir.
İşte bundan anlaşıldı ki, Allahü tealanın rızasına yapılan, nefsin
hevasından ona bir şey karışmayan hareket makbuldür. Şayet müridlerin
yaptıkları bu kabildense, makbuldür. Yoksa, onlar yaptıkları hareketlerinin
rehineleri olup cezasını göreceklerdir. Bu durumlarından çok korktuğun ve
onlardan kızdığın için, sana zararı yoktur. Bununla beraber o, durumlarının
hiçbir zararı yok, hatta Üstad-ı A’zam’ın (Radıyallahü anh) zamanında
kadınlar bile manevi teveccühle emr olunmuşlardı. Yani müridler, üstadın
teveccüh edeceği zan ettikleri vakit bir yerde toplanıp üstadın
ruhaniyetinden teveccüh talebiyle, yarım saat veya bir çeyrek saat kadar,
huzurda bulunmak için gözlerini kapatırlardı. Ama bundan mürid için bir ucub
(kendini beğenme, bencillik) hasıl olmazsa iyidir. Fakat bundan kendisine
ucub hasıl olsa, faydadan mahrum olur.
Ey kardeşim! Tarikattan maksad, kalbi manevi kötülükten
tasfiye ve teskiye etmektir. Bu iki vasfın hülasası, kul, kendi nefsine ait
olan menfaati için, hiçbir şey yapmayacaktır. Nerede kaldı ki dünya için
yapsa, hali nice olacaktır? Nefsin arzusu için bir şey yaptığı zaman velevki
ahirete ait ise, mesela cennete duhulü için veya cehennemden kurtulmak
gayesiyle amel eden kimse, bu tarikatın ehlinden sayılmaz.
İşte, ey kardeşim! Nefsini düşün! Allah’dan başka bir şey’i
düşünmekten onu temizle! Onu töhmet altında bulundur! İbadetten her ne zaman
zevk aldığını anlarsan, ondan ve onun hilesinden kork! Nitekim, beyit:
"Nefs salih amelde çalışsa da ona dikkat et! Şayet o nafile
ibadetlerden lezzet alsa da yine onu serbest bırakma!" denilmiştir. Nefsinin
hoşuna giden ibadetin zevkini korku ile bulandır! Hile etmesinden dolayı,
ona itimad etmemek, ondan uzaklaşıp, her şeyde hatta yiyecek ve içeceklerde
dahi ona muhalefet etmek lazımdır! Yiyen kimse, nefsin iştihası bir miktar
kalacak kadar yemelidir. İçmekte böyle olmalıdır. Hatta insan kendi şahsını
ortadan kaldırıp varlığı olmadığını bilmesi ve hatta içinde bulunduğu bütün
manevi ni’metler ariyet olan şeyler kabilinden olup, kendisi müflis
çırılçıplak olarak, üzerinde elbise bile olmadığını bilmesi lazım olduğu ve
bu düşünce, daima gözü önünde bulunması lazımdır.
Ancak müride, bu görüş mürşidinin himmetiyle hasıl olur.
Şöyle ki; kendisi ne gibi bir maddeden yaratıldığını, su ile balçıktan hatta
yoktan yaratıldığını ve toprak altına girip çürüyeceğini, tefekkür
edecektir. İşte bu mertebeye erişen kimseye bütün işler, kudretinin elinde
bulunan Allah teala irade ederse, ona hiçbir zarar yoktur, yoksa nefsinden
korkması gerekir.
Hülasa, insan nefsini ıslah etmesini, başkalarının ıslahına
tercih edip bu tarikatın reisi Şah-ı Nakşibend (Kuddise sirruh) lakabıyla
bilinen zatın nehy eylediği gibi "mürşid olan kimse, mum gibi kendisini
yakarak başkalarını aydınlattığı gibi olmamalı" Başkası ile kalkıp oturması,
kendi nefsinin ıslahı için olsun! Şayet, başkasıyla yaptığı arkadaşlıktan
nefsine bir ucub hasıl olmayıp da Allah’a kurbiyetini bilse, devam eder.
Yoksa, o kimsenin arkadaşlığını terk etsin! Ancak, bu iki durumun arasındaki
fark, ince olup havaslardan başka kimse bilmez. Öyle ise, salik için emr
olunduğu amelde çalışıp onunla meşgul olması evladır. Ki tahsil eylediği
makam zayi olmasın.
Ey kardeş! Bu tarik, tariklerin en yücesidir, a’lasıdır.
Allah’a giden yolların en yakınıdır. Nitekim Hace El-Ahrar (Kuddise sirrih)
bu tarikat ehli hakkında buyurdular ki:
"Bu tarikatın ehli, nisbeti, bir hile ve riyakarlık için
kendilerine kabul etmezler. Fabrikalara yüksektir." Mevlâna Cami de (Kuddise
sirruh):
"Nakşibendi büyükleri, öyle acaib kafile reisleridirler ki,
yolcu kafilelerini gizlice hareme (Allah’a giden yola) kavuştururlar."
Buyurmuştur.
Mevlâna Halid de (Kuddise sirruh) buyurduğu bir beytin manası
şudur: "Kendi hayatımı tedris tahsili ilimle meşgul ettiğimden boşa harcadım
artık bundan sonra, mürşidim Abdullah Şah’ın (Kuddise sirruh) hizmetinde
bulunmam lazımdır."
İş böyle iken, sağlam ahlak ve doğru düşünceli kimseye
yaşantısını şeyh sadatın hizmetinde sarf etmesi ve başkalarını unutup,
onlara önem vermemesi vacibdir ki, kendisine nisbetlerinin korkusundan bir
nebze koku saçıversin.
Size ve yanınızdakilere, Mustafa’nın (Sallallahu aleyhi ve
sellem) şeriatına tabi olana selam olsun. O şeriat sahibinin, al ve
ashabının üzerine salavatlardan en tamamı, selamlardan en bereketlisi olsun!