
Bütün hamdler, Allah’a (Celle ve ala) olsun! Salat ü selam
Allah’ın Resulüne bütün al ve ashabına olsun! Bundan sonra, bu mektub, alem
kutbu kaymakamının perverdesinden, (Allah her ikisinden razı olup, adabının
inayetlerinden üzerimize nazil buyursun.) Allah yolundaki kardeşim, Allah
için dostum, doğru olan alim, muhterem Molla Abdullah efendiyedir. Allah,
onu temenni eylediği manevi rütbelere yüceltsin! Perverdeye olan muhabbet ve
mülakatı için hasretten ve sonbaharda müzakere ettiğimiz mes´elenin
sualinden haber verici mektubunuz, perverdeye ulaştı. Şimdilik o mes’elenin
cevabına muvafık bir şey onun aklına gelmez ki ona göre cevabını yazıversin.
Lakin tarikatta büyük esas olan birkaç kelimecikleri size yazacaktır. Onları
dinle! Şöyle ki, tarikatte büyük hisse, ihlas, muhabbet ve mürşide teslim
olmak esaslarından sonra salik, mürşidi tarafından kendisine telkin edilen
şey’i taklid edip, ona terettüp edecek herhangi bir faydayı düşünmeden
yapmasıyla meşgul olmasıdır. Hatta öyle bir faydanın düşüncesi, tarikat
esaslarından hariç olan bir şeydir.
İmam-ı Rabbani, (Kuddise sirruh) El-Mebde ve El-Me’ad
risalesinde sofuların tarikatından, hatta islam dininden büyük fayda, ancak
kendisinde taklid ile aşk, muhabbet ahlakı daha ziyade mevcut olan kimse
içindir. Çünkü, bu tarikatın medarı takliddir. Tasavvuf vatanındaki manevi
hüküm, mütâbeate bağlıdır. Peygamberleri (Allah’ın salat ü selamı onlara
olsun!) taklid etmek taatte onlara uymak, insanı yüksek derecelere
ulaştırır. Asfiya (iç ve dışları kötülükten safi olanların) mütabeati, büyük
makamlara çıkmasına sebeb olur. İşte bu fıtri vasıf Ebubekir El-Sıddık’da (Radıyallahü
anh) daha ziyade oluşundan dolayı, tevakkuf etmeksizin hemen (Peygamberin)
nübüvvetini tasdik etmeye acele etmiş ve Sıddıkların reisi olmuştur. Ebu
Cehil’de ise, taklid ve tebeiyyet kabiliyeti çok az olduğu için, o seadete
kabiliyeti olmayıp, mel’unların muktedası olmuştur.
Mürid, kemal mertebelerinden eriştiği herhangi bir manevi
makama, ancak mürşidini taklid etmesindendir. Burda İmam-ı Rabbani’nin (Kuddise
sirruh) buyurduğu sözleri sona erdi. Alauddin El-Attar da (Kuddise sirruh)
buyurdular ki: Sadatı (tarikat ulularına) taklidederek amel yapan bir kimse,
fyadadan mahrum olmayacağına hatta ona birçok faydalar hasıl olacağına dair
onun zamini ve kefiliyim.
Rivayet olunur ki: mürşidlerden birisi, müridinin birisine,
"Falan yere git" diye emr eder. Mürid emre uyarak sebebini sormadan gider.
Geceleyin konakladığı yerde, ev sahibinin cariyesi yatağını hazırlamaya
gelirken, cariyenin elinden tutup, öpeyim diye düşünürken, içinde bulunduğu
odanın duvarı çatlar ve mürşidin eli görünür. Mürid korkarak kendinden geçip
bayılır. Cariye dahi kaçıp gider. Mürid dönünce, şeyhi ona: İşte emrin
imtisali senin imtisalin gibi olsun. Şeyh de müridin haramdan muhafazası,
benim hıfz ettiğim gibi olsun! Çünkü sen hiçbir şey sormadan emre imtisal
ederek gittin. Senin gördüğün gibi ben de seni haramdan muhafaza ettim.
Hülasa mürid ama gibi olmalıdır. Ama, hiç konuşmadan onu
istediği yere götüren adamla gider. Hele Mevlâna Cami (Kuddise sirruh):
"Aşık için, mahbubuna hizmet etmesi imkanından ne gibi büyük bir fayda
olabilir." buyurmuştur. Berçok mürşidler: "Talib için hallere ve kerametlere
bakmadan emr olunduğu şeyle meşgul olması layıktır. Çünkü o haller,
tarikatın küçük evlat ve zayıf olan kimseleri onlarla beslenen kuru ceviz ve
üzümleri kabilindendirler." demişlerdir. Öyle ise, kendisine tam iman ve
ihlas hasıl olan kimseye, mezkûr haller ve kerametlerden bir şey zahir
olması mümkündür.
Ey kardeşim! Sana telkin edilen şeyle meşgul ol. O şeyi
kendine sevgili edin! Zira o mahbubdan sana gelmiş, ondan sadır olan her
şey, velev ki az veya çirkin de olsa, mahbub olması layıktır.
Nitekim beyit:
"Hakkıyla onun (Allah’ın) kahrına ve lütfuna aşıkım. Ne
şaşılacak şey ki, ben bu iki zıdda gönül vermişimdir." denilmiştir. Sonbahar
mevsiminde aramızda cereyan eden ilmi mes’ele, Şafii mezhebindeki fıkıh
kitablarından, Süleyman El-Cemel, Muhammed El-Remlinin, Tahrir adlı kitab
üzerinde, yazdığı eserinden naklettiği tabiri şudur: "Bu faydalı bir
konudur" Şöyle ki, devasız olarak üzerinde on beş sene geçen bir hakkın
davası, kadılarca bakılmaz. Zira iş başındaki zat, kadıları öyle bir davaya
bakmaktan men ettikleri için, davacı, nezdinde o davayı açmaya yetkili bir
kadı bulamaz. Şafii alimlerinden Ziyadi Remliye mütabeatten böyle fetva
vermiştir. Burada Muhammed El-Remlinin Tahrir kitabının ibaresi hakkındaki
beyanı sona erdi.
Bundan anlaşılıyor ki: mezkûr davanın dinlenmemesi, hukuken
sakıt olduğu için değil, ancak öyle bir davaya bakacak bir kadının
bulunmaması demektir. Nitekim mezkûr kitabın aynı sayfasının birkaç
satırlardan sonra, bu mana sarahaten ifade edilmiş demiş ki: "Bu konuya ait
daldır." Şafii mezhebinde muteber kavle göre, muhakkem (hasımlar, kendi
davalarına bakmak üzere, aralarında hakem olarak seçtikleri kimse)
Dinde müctehid ise, tahkimi (hakem edinmesi) caizdir müctehid
değilse, hükmü şer’an geçerli olan kadının bulunmadığı şartıyla, zaruri kadı
gibi tahkimi caizdir. Yoksa imam (iş başındaki zat) bazı mes’eleler
hususunda, kadıyı hüküm vermekten veya bu zamanda olduğu gibi, imam onu
davasız olarak üzerinde onbeş sene geçen bir hakkın davasına bakıp, hüküm
vermekten men edince, hasımlar, kadının men edildiği hukukun davasına bakıp,
hüküm vermesi için, aralarında bir kimseyi hakem edinmeleri caizdir. Çünkü o
hükme nisbeten, hakiki kadı azl olunmuş olup, kadının hakikatta mevcut
olması demektir. Burada Süleyman El-Cemel kitabında, Tuhfetül Muhtaç
kitabının haşiyesi olan İbni Kasım kitabından naklen ibaresi sona erdi. Size
nezdinizde bulunana ve Mustafa’ya (Sallallahu aleyhi ve sellem) tabi olana
selam olsun. O sünnet sahibnin al ve ashabının üzerine salat ü selam ve sena
olsun.
Bundan sonra matlub olan şey perverdeye bedelen, Gavs-ı
A’zam’ın (Radıyallahü anh) türbesini ziyaret edip onun için istimdat
etmenizi, sizin el’an halinizi (mutluluğu, devamı olsun) Seyyid Ali’nin
durumunu perverdeye bildirmenizdir. Vesselam.