
Bütün hamdler, insana doğru yolu ilham eden Allah’a
mahsustur. Salat ü selam, Allah tarafından kendisine Faslı Hitab (hüküm
kuvveti) verilen zat olan Muhammed’e, (Sallallahu aleyhi ve sellem) dünya ve
ahirette, muhtaç olduğumuz nasihatı bize ileten aline ve ashabına olsun!
Bundan sonra, bu mektub, yüce kapı hizmetçisi, ahiret için
sermayesi az olan kimseden, Allah yolundaki kardeşi, Allah için dostu,
hakkı, doğruyu belirtmeye çalışan, Molla Abdullah’adır. Allah, onu
mukarrebundan (kendisine yakın olanlardan) eylesin! Aziz kardeşim! molla
Abdülkerim namına gönderdiğin mektubunuz, hizmetçiye ulaştı. Ona baktım
fakat ondan maksad ne olduğunu anlamadığı için, onu getiren adam ile, Molla
Abdülkerim’e gönderip, ondan maksad ne olduğu, sonbaharda sizin ve onunla
aranızda cereyan eden ilmi münakaşayı beyan etti. Hizmetçiye yakışmaz ise de
lakin Allah’ın tevfikına temessük ederek, tahkik yolları kudreti elinde
bulanan Allah’tan yardım dileyip, istediğin meselenin beyanını yazdı.
Ey kardeş! Allah, bizi ve sizi doğru yol üzerinde
bulundursun! Hiç şübhe yok ki, birisi karısına hitab ederek: "Üç talakın
benden gitmiş olsun. Veya talakın benden gitmiş olsun." Ki arabça tercümesi
de, " selasü talkatüki zahibetün minni ev talakuki zahibün minni" olup
söylediği sözün fetvası hakkında, Fethul-Muin kitabında bu lafzın talaktan
kinaye olduğunu sarahaten bildirmiştir. Mezkûr kitab birisi sevcesine
talakın gitti. Mealindeki dediği sözünü kinaye kısmından saymıştır. İbni
Hacer de Fetava kitabında, bunu kinayeden hatta en zaif kinaye sözlerinden
saymıştır. Nitekim İbni Hacer, mezkûr kitabda "Talakın düşmesi veya gitmesi
bir olayda talıkının, mesela: Birisi zevcesine, eğer eve girsen, talakın
düşsün veya talakın düştü veya gitti, dediğinin hükmü nedir?" diye
kendisinden sorulan bu sualin fetvasının cevabında demiş ki: Adam, eğer eve
dahil olsan talakın düşsün veya düştü dese, bu sözün zahirden anlaşıldığına
göre, bu tabir, talak için sahih bir talık olup kadın ancak talakı, onunla
talık edilen eve girmesinden başka hiçbir şeyle düşmez. Ama eğer böyle
demeyip de bunun yerine talakın gitti dese, zahirine göre, bu sözü talakın
sarihi olmayıp kinaye kısmındandır. Çünkü gitmek ve düşmek manalarının
arasında bir nevi yaklaşma mevcud olduğundan, bu iki manaya delalet eden
kelimelerin birisinden o birinin delalet eylediği mana kasdedilmesi
düşünceden uzak değildir. Şayet, adam bu talaklı sözünden, talakın düşmesini
irade etmişse, kadının eve girmesiyle talakı düşer. Etmemişse düşmez. Burada
İbni El-Hacer’in Fetava kitabındaki ibaresi sona erdi.
İşte İbni Hacer’in bu ibaresini düşünürsen, konumuz olan, "üç
talakın bende gitmiş olsun veya talakın benden gitmiş olsun" manasındaki söz
konusu olan tabir, İbni Hacer’in nezdinde, talaktan kinaye olan siğaların en
zaifi olduğunu anlayacaksın. Mezkûr Fethulmüin ile Fetava kitablarının
sahibleri olan bu çok büyük alimlerin yukarıda geçen kavillerine göre,
konumuz olan tabir, talakın sarihi olmayıp kinaye olduğu sabit olduktan
sonra, tabirde talak kelimesi bulunsun veya bulunmasın, halk arasındaki örf
ve şöhret, talaktan kinaye olan tabiri, sarih talak tabirinin hükmüne koyup
koymadığı ve talaktan kinaye olan tabirin hakikati ne olduğu konusu
üzerindeki fikir münakaşası kaldı.
İşte bu konu hakkında deriz ki: Fıkıh alimleri, talaktan
kinaye olan tabiri, ister açıkça talakın düşmesini ifade veya etmeyecek,
içinde talak kelimesi bulunsun veya bulunmasın, talak manasından başka bir
manaya delaletinin ihtimali olan tabirdir, diye tarif etmişlerdir.
Şerhur-Ravd kitabının sahibi, Ravd kitabında sarih talak
olmayan sözler bahsindeki veya (birisi zevcesine), "bir talak senin içindir"
dediği metnin şerhinde demiş ki, bu tabirin iki manası vardır. Birincisi
sarih talak, ikincisi talakın kinayesi olmasıdır. Çünkü bu, talakın ikai-i
(düşürmesi) manasını içine almamıştır. Bu tabir, birisi diğerine, "bu elbise
senindir" dediği sözün ya muhatabının mülki olmasından veya ona hibe
ettiğinden haber verdiğinin ihtimali gibidir.
Sonra mezkûr şerhin sahibi demiş ki, metinde geçen söz, en
kuvvetli delile göre, talakın kinayesidir.
Ravd kitabında geçen talak senin içindir tabirinin, kinaye
olduğunu Şafii mezhebinin şeyhleri olan İbni El-Hacer ile Remli de sarahaten
söylemişlerdir. Fıkıh alimleri, "Talak üzerime vacibdir" tabirini talakın
sarih kısmından "Talak üzerimde farzdır" talaktan kinaye olduğunu
saymışlardır. Çünkü ikinci tabir, talaktan başka manaya da muhtemeldir.
Fıkıh kitablarından Büceyremi kitabında, bu iki tabirde geçen
farz ile vacib arasında, şöyle bir fark vardır ki, "birincisi kinaye
ikincisi talakın sarihidir. Sebebi: ikincisi tabirdeki vücub kelimesi, sübut
manasıdır. Çünkü farz ibadette meşhur olarak kullanılır." Burada Büceyremi’nin ibaresi sona erdi.
Farz kelimesinin talaktan kinaye olduğunun beyanı hakkında
bazı kitabların ibarelerinde, farz kelimesi, takdir etmek manasına geldiği
de yazılmıştır. Bundan da anlaşıldı ki, alimler, düşünceden uzak da olsu,
talak manasından başka bir manaya ihtimali olan tabiri kinaye yaplar. Şöhret
veya örf ise, ister talak lafzına şamil olsun veya olmasın, aslında talakın
sarihi olmayan bir tabiri, sarih talak hükmüne geçirmeye, hiçbir
müdahaleleri yoktur. Ve buna fakihlerin sözleri de açıkça delalet eder.
Ravd kitabının sahibi, aynı kitabda, talaktan kinaye olan
kelimeleri sayıp, birisi zevcesine "sana talakları hazırladım, senin üzerine
talak açtım" dediği tabirleri de kinaye kısmına derc eyledikten sonra, demiş
ki "Far’un" (geçen konu ile ilgili bir dal). Önce, kadın kocasından boşanma
talebinde bulunması veya boşanmaya delalet eden bir karinenin mevcut olması
veya karı ile kocanın, "sen üzerime haramsın" mesela tabir, koca tarafından
söylenirken, "seni boşadım" tabiri talakın sarihi olmasına dair muvafakatları gibi, durum ve sözler, kinayeyi sarih talak tabiri olan
"seni
boşadım" hükmüne bağlamaz. Belki kocanın tabiri, ibtidaen söylemiş gibi
kinaye olur. Burada Ravd’ın ibaresi sona erdi.
Ravd kitabının şarihi (ona şerh eden) Şeyhül İslam El-Kadı
Zekeriyya da bunu kabul etmiştir. Şirvani, mezkûr kitabın fer’i ile şerhini,
İbni Hacer’in Minhac kitabının talak düşmesini kasd etmezse, alimlerin
icmaına göre, talakı düşmez. İster söylediği sözlerle, talaka ait karine
bulunsun veya bulunmasın" dediği kavlinin yanında nakletmiştir.
Remli de mezkûr Minhac kitabının "İmâm-ı Şâfiî mezhebine
göre, herhangi bir lisan ile olursa olsun, (arapçadaki) talâk kelimesinin
tercemesi, talâkın sarihidir. (Açıkça bir tâbirdir.)" ibaresinin şerhinde
demiş ki: (Arapçadaki) firah ve serah kelimelerinin tercemeleri ise,
kinayedirler. Nitekim, Ravdet kitabı, İmâm-ı Şâfiî ile Ruyaniden bunlar
kinaye olup kabul ettiklerini nakletmiştir. Çünkü her ikisi de sarih talâk
manâsında kullanılmaktan uzaktırlar. Fakat şöhretin bu iki kelimeyi sarih
talâk manâsında kullanılmaktaki te’siri, birisi zevcesine meselâ, "Sen bana
haramsın" dediği sözün talâkta (boşanmada) kullanıldığı te’sirsiz şöhretine
aykırı değildir. Çünkü arapça lügatındaki mezkûr kelimelerin tercümeleri
esnasında, hususi olarak boşanma manâsına konulmuştur. Halbuki sen bana
haramsın tabiri, boşanma manâsında kullanılması meşhur ise de esnasında
talâk manâsı için vâz edilmemiştir. Burada Remlinin dedikleri sona erdi.
Remlinin bu manâsını İbni El-Hâcer de Tuhfet El-Muhtaç kitabında açıkça
yazmıştır. Öyle ise dikkat et ki, kendisi de yalnız misal olarak getirdiği
tabirde yetinmeyip, (meselâ) diyerek hükmü genişletmiştir. Demek ki, yalnız
bu misal değil, buna benzeyen bütün kinaye tabirleri, İbni Hâcer’in
nezdinde, bu misalin (sen bana haramsın) hükmündedirler. Yani halkın örfü,
talâkta kullandıkları buna benzer tabirlerin şöhreti, onları kinayelikten
çıkarıp talâkın sarih hükmüne dahil etmez.
Bu konu yalnız "sen benim üzerime haramsın" olan mezkûr misâle mahsus olmayıp, genel olduğuna dair, Tuhfetül Muhtac’ın hâşiyesi,
İbni Kasım bu hususta açıkça geniş bir izah esnasında, Süyûtî’den naklen
demiş ki: şöhret, kinaye tabiri, sarih talâk hükmüne dahil etmediği
meselesi, yalnız.
"Bu helâl üzerime haram olsun" tâbiri ile benzerlerine mahsus
olduğunu hiç kimse zan etmez. Çünkü bu tâbir, âlimlerce ancak misâl olarak
fıkıh kitablarında zikr edilmiştir. Bir tâbirin sarih olmasının kaidesi
şudur: Bir tâbir veya bir kelime, bir beldede veya bir halk taifesi
arasında, talâkın (açıkça boşanmanın) manâsını taşımakta meşhur olmasıdır.
Öyle ise, "bu helâl üzerime haram olsun" tâbiri, Nevevî’nin görüşüne göre,
avam tabakası hakkında talâkın kinayesi kısmındadır. Rafiî’ye göre,
sarihtir. Burada İbni Kasım’ın Süyûtî’den nakl ettiği ibâresi sona erdi.
Kinaye olup, talâktan başka bir manâya ihtimali olan bir
tâbirin, sarih talâk hükmüne geçirmeye sebeb olan şöhretin te’sirini,
kökünden sıyıran delillerden birisi, Büceyremi hâşiyesinin Menhac kitabı
"aralarında fark edilir" kavline ait açıklamasındaki, yani talâk
tercümesinin tabiri ile, "sen benim üzerime haramsın" tâbiri arasında fark
edilir. Öyle ise, talâk için halk lisanında meşhur olup, manâsı da Kur’ân-ı
kerîmde vârid olan kelime, ancak hususî olarak arab lügatında talâk manâsına
konulduğu takdirde, saruh talâk manâsını ifade eden bir kelime olur."
ibaresidir.
Süleyman El-Cemal kitabının tabiri de buna benzer. Fakat
onda, sarih talâkı ifade eden tabirin manâsı, Kur’ân-ı Kerîm’de vârid
olmasını ve yalnız halk arasındaki şöhretini de, muteber tutmayıp belki
şöhretle birlikte o kelimenin talâk manâsına konulmuş olmasını nazari
itibare almıştır. Şöhret v örfün talâktan kinaye olan tabiri sarih talâk
hükmüne çevirmediğine dair, bundan daha açık delilerden bâzısı da İbni
Hâcerin Fetâvâ El-Kübrâ kitabındaki şu ibaresidir:" "Şu iş böyle olmazsa,
kadınım hakkında, üzerime üç talâk olsun." denilen sözün fetvâsında, örfe
müracaat edilmesine hüküm etmediğinizin sebebi: Zira sarih talâka delâlet
eden kelimelerde, örfün hiçbir müdahelesi ve te’siri yoktur. Bir tabir
hakkında örfe müracaat etmekten gaye, ancak halk bir sözü talâ olarak örf ve
âdet edindiklerinde, o sözün talâk manâsına delâletinin ihtimali varsa,
talâkın kinayesi olur. Burada Fetâvâ kitabının ibaresi sona erdi.
Çünkü Fetâvâ’nın bu ibaresinden, talâkın sarih olmasına,
örfün hiçbir müdahalesi olmadığı ve ancak bir sözün talâk manâsına
delâletinin ihtimali varsa, kinaye olduğu anlaşılmaktadır.
Remlinin Fetâvâ kitabındaki bir soruya verilen cevabın beyanı
da İbni Hâcer’in Fetâvâ kitabındaki bu beyanına benzer. Şöyle ki: Mezkûr
kitabda yazıldığına göre, Remliden "Hindistan’ın bâzı ülkesindeki ahalisinin
lügatına göre, talâk (boşanma) manâsına kullandıkları birçok sözleri meşhur
oldukları hâlde, arapça talâk kelimesinin tercemesi değillerdir. Onlarca o
sözün şöhreti, arapçada boşanma için kullanılan talâk kelimesinin
şöhretinden daha çoktur. Şu hâlde o sözleri talâkın sarih (açıkça)
lâfızlarından mıdır? Eğer evet deseniz, o ülke halkı kadın boşanma hususunda
kullandıkları mezkûr sözleri, kinaye mi yoksa sarih talâk kısmından mıdır?"
sorulduğu bu suale, o sözleri, talâkın sarihi değillerdir. Sonra, eğer o
sözlerin talâk manâsına delâletlerinin ihtimali varsa, kinayedirler. Yoksa
kinaye değillerdir, diye cevab vermiştir. Burada Remlinin Fetâvâ kitabının
ibaresi sona erdi.
İşte nakl eden bu ibareden El-Hâtıbın (kinaye olan tabirin
kaidesi şudur) "Fırakî" (karı ile kocanın ayrılmasını) ifade eden lâfızların manâlarına yakın bir manâyı ifade edip fakat ne şeriatte, ne örfde o manâda
kullanılması şayî (yaygın) olmayan bütün lâfızlardır", dediği mücmel
ibaresinin manâsı zahir oldu. Mücmel oluşunun sebebi şudur: Çünkü bu
ibaresinde, talâkın kinayesi olan sözlerde ayrılık manâsına delâletleri
için, şuyû ve örfü muteber olmayıp, belki sarih talâk kelimesinin manâlarına
delâlet etmelerine, halkın örfü muteber olduğu anlaşılır. Halbuki bu manâ
yine Hâtıb’ın kendisi, bundan önce, Nevevî’nin Minhac kitabında "Allah’ıh
helâli üzerime haram olsun." Gibi talâk için meşhur olan tabir, sahih kavle
göre, kinayedir derim ve Allah çok bilir dediği kavlinin şerhinde, yani
böyle bir tabir halk nezdinde kinayedir. Çünkü talâkın sarih kelimeleri
ancak Kur’ân-ı kerîmden anlaşılıp şeriat âlimlerinin lisanı üzerine tekrarla
kullanılan kelimelerdir. Halbuki mezkûr tabir öyle değildir, diye zikr
ettiği ibaresinden, bir tabirin sarih talâk manâsını ifade etmeye örfün
te’siri olmadığı manâya aykırıdır. Bu münafaata, ancak şöyle cevab verilir
ki, kinaye tabirine dair beyan eylediği kaideden anlaşıldığı üzere, sarih
talâk sözlerinde örfü muteber etmesi, yukarıda İbni Kasım’ın, Süyûtî’den
nakl ettiği Nevevî’nin kavline göre değil, Rafiî’nin kavline göre olduğu
muhtemeldir.
İşte bu nakl olunan kitabların ibarelerinden, fıkıh âlimleri
nezdinde talâktan kinaye olan kelime ve tâbirlerin hepsi kuvvet ve zaafiyet
cihetinden bir seviyede olup, aralarında hiçbir fark olmadığı anlaşıldı.
Zira nakl edilen mezkûr ibarelerin hepsi de kayd ve istisnalardan, mutlak
olarak bütün kinayelere şâmildirler.
Öyle ise, bâzı kitabların ibarelerinde şöhret, tabirin sarih
talâk olmasına müdahalesi olduğu bahsi, ya yukarıda adları geçen Şâfiî
mezhebinde mûtemed olan kitabların yazdıkları şeylere muhaliftir veya hem
talâkın sarihine hem de lâğve (batıl hiçbir manâ ifade etmeyen) ihtimali
olan bir tabir hakkında olup, bu ihtimalden dolayı kinayedir. Çünkü hem
talâk hem de lâğv olması böyle bir lâfız kavmin nezdinde sarih talâkta
kullanılması meşhur ise, sarih talâk lâfzı olur. Hem sarih hem kinaye
olduğuna ihtimali olan tabirlerden birisi de Şebramesilli İbni Kâsım
kitabından nakl eylediği şu ibaresidir. "Bu mes’eledir. Şöyle ki, biri
zevcesine, Teküni tâlıkan (Sen boş olasın) dediğinde, bu sözü şimdiki zaman
ile gelecek zamana delâleti olduğu ihtimalinden dolayı, kadın boşanır mı,
boşanmaz mı? Bu sözü talâkın sarihi mi yoksa kinayesi midir? Talâkı hemen
düşmez derseniz, ya ne zaman düşer? Bu sözün üzerinden hemen geçecek bir
anda mı, yoksa tabirdeki vakit mübhem olduğu için, hiç mi talâkı vâki
olmaz?"
Cevabi şudur: Söylediği bu sözü talâkın kinayesidir. Şayet
adam söylediği bu sözünden talâkın şimdiki zamanda düşmesini kasd ederse,
kadını hemen boşamış olur. Şayet talâkını bir zamana tâlik etmesini kasd
ettiyse, ne gibi bir şey’in husûlüne tâlik eylediği şeyden bahs etmesi
lâzımdır. Bunu da kasd etmişse ise, söylediği bu tabiri zevcesine, talâkını
vereceğine dair bir va’d, söz vermiş olup, talâkı düşmez.
Bu cevab verdikten sonra, bu mes’ele hakkında birisi şöyle
münakaşa ederek demiş ki: Bu, tabir kinayedir, dedin. Halbuki kinaye, hem
talâk (boşanma) hem başka manâya da ihtimali olan tabirlerdir. Sual konusu
olan tabir ise, öyle değildir (talâkı sarihtir).
Bu itirazın cevabında dedim ki: evet, bu tabir hem talâkın
ikâına, hem de va’ad etmeye delâletinin ihtimali olduğu için kinayedir.
Naklen İbni Kâsım’ın ibaresi sona erdi. İşte, Şebramellisin İbni Kâsım’dan
naklettiği bu ibaresini düşün! Çünkü bu, yukarıda geçtiği üzere, bâzı
ibarelerden şöhretin sarih talâk tabirine müdahalesi olduğu anlaşılan manâ,
adları geçen muteber fıkıh kitablarının ibarelerine muhalefeti hakkında veya
talâkın sarih ve gayri sarihine delâlet eden manâlara ihtimali olan tabirler
hakkındadır, deye söylediğimiz tecvihe sarâhaten delâlet eder. Zira İbni
Kâsım’ın ibaresinde geçen arapça teküni tâlıkan (sen boş olasın) tabiri
ancak içinde geçen "olasın" kelimesi, şimdiki ve gelecek zamana delâletinin
ihtimali olduğundan dolayı kinayedir. Bu tabirdeki arapça teküni (olasın)
fiilin masdarı (kökü) olan kevn (olmak) kelimesi arapçadaki zehab (gitmek)
kökünden türeyen fiiller gibi talâkın kinaye kısmından deildir ki, o
cihetten kinaye olsun. Belki kevn kökünden, müştak olan (gelecek zamanın
fiili) öznesini mastarından (kökünden) başka bir vasfı ispat eylemesine
konulmuştur. Öyle ise, hakikatta İbni Kâsım ibaresinde geçen arapça teküni
talikan (sen boş olasın) tabirinin manâsı, sen (ey eşim) talâk ile
muttasıfsın demektir. Bu manâya göre, bu lâfız, talâkın ikâında kullanıldığı
ve halkın örf ve âdeti de böyle olduğu zaman (şimdiki ve gelecek)
delâletinden başka bir manâya ihtimali yoktur. Örf ve istîmalin
(kullanmanın) ancak talâkın sarih ve sarih olmayan manâsına delâletinin
ihtimali olan bir tabirde, te’sir ettiğine dair mezkûr bu beyanımıza,
Remlînin Fetâvâ kitabındaki, "Boşanma benden ayrılmaz." sarih midir yoksa
kinaye midir? Diye kendisinden sual hakkındaki tabirde geçen "ayrılmak"
fiili, şimdiki vegelecek zaman manâları arasında müşterek bir fiil
olduğundan kinâyedir, ilk cevabı işaret eder. Halbuki, yukarıda
Şebramelisinin İbni Kâsım’dan naklettiği son ibaresinden, "gelecek zaman"a
delâlet eden fiilin kullanılmasından dolayı, talâktan hiçbir şey vâki
olmayıp, belki bir va’d olduğunu anladın. Remlînin "Boşanma benden ayrılmaz"
tabirin fetvasında dediğine göre, öyle bir fiilden şimdiki zaman kasd
edildiğinde, talâkın sarihidir demiş. Sonra mezkûr kavlinden rücû edip
(pişman olup) tabirde geçen arapça yelzemuni (benden ayrılmaz) örf ve âdete
göre, hâl (şimdiki) zamanda kullanıldığı delil göstererek, dolayısıyla
talâkın sarihi olduğuna karar vermiştir.
Ravd kitabı ile şerhindeki arapça "talakuki aleyye" talâkın
(ey zevcem) üzerimdedir" tabirin manâsı, meşhur olmamakla beraber talâkın
üzerimde farzdır manâsına ihtimali olduğu için, "üzerimde talâk" tabiri,
hükmüne muhalif olup, talâkın kinayesidir diye sarâhaten söyledikleri
ibareleri de, yukarıda geçen mezkûr beyanımızdaki örfün te’sirini te’yid
eder. Te’yidin sebebi: Ravd ve şerhindeki "talâk üzerimdedir" tabirinin,
talâkın farzdır manâsına olduğu ihtimaliyle beraber talâkta kullanılması
meşhur değildir diye zikr etmeleridir. Bâzı kitabların ibarelerinde, senin
"talâkın üzerimdedir" tabirin kinaye olduğunun illetinde şöhretten bahs
etmeyip, belki yalnız talâk üzerime farzdır manâsına ihtimali olduğundan
bahsetmiştir. "Talâk üzerime vâkidir" tabiri, yukarıda geçen "sen boşsun"
tabiri kabilindedir. Zira, bu hem yemin etmek hem talâk manâsına ihtimali
olduğundan, kinâyedir. Bununla beraber, bu tâbir, talâkta (kadın
boşanmasında) kullanıldığı takdirde, sahibi, dediği bu sözü ile üzerine
talâkı iltizam ettiği manâya delâlet ettiğinden dolayı, sarih talâk
tabirinden olur. Öyle ise, bu tabir bir kavmin örfünde talâk manâsına
kullanılması meşhur olunca, sarih olur. Çünkü dinde, talâk ile yemin
edilmesi muteber olmadığından bu tabir ya lâğv (manâsız) bir tabir bir veya
yemine delâleti olmayınca, boşanma manâsından başka bir manâsı olmadığı için
talâkın sarih tabiridir. İşte âlimler, örfün talâkta kullanılan lâfızlarda
te’siri vardır dedikleri sözlerinin manâsı budur. Yoksa, sözleri yukarıda
geçen nakillere muhaliftir.
Remlînin Fetâvâ kitabında birisinin:
"Üzerimde talâk vâkidir" dediği sözleri hakkında sual ve cevab bahsindeki ibaresi, düşünülse, şöhretin bu gibi tabirlerde sarih talâk
olmalarına te’siri olduğu anlaşılır. Lâkin kendisi, aynı fetvâ bahsindeki
"üzerime talâk vâkidir" mes’elesinde, şöhretin te’siri olduğuna göre, eğer
"Bu helâl veya Allah’ın helâli üzerime haramdır" gibi misaller, talâkta
kullanılmaları meşhur olsa da sahih kavle göre, sarih talâk olmaması, müşkül
olmaz. Çünkü şöhretin te’siri içinde, talâk kelimesi bulunmayan tabirdedir
dediği kavli ise, sana itimad edilir kitablardan naklettiğimiz ibarelerden
anlaşıldığı üzere, şöhretin bu kabil misallerde (üzerimde talâk vâkidir)
te’siri olduğu manâsına hami edilir. Yoksa talâk lâfzı, herhengi bir tabirde
bulunursa bulunsun, sarih talâktır demek değildir. Sana Ravd kitabı şerhinin
hâşiyesinden naklettiğimiz Ferûn (bu bir daldır) ibaresi de bunu ispat eder.
Konumuz olan Zehabbuttalâk (talâkın gitmesi) tabiri ise,
teküni talikan (sen boş olasın) ve aleyyettalâk (veya üzerimde talâk vâkidir)
ev eltalâku yelzemuni (vyea talâk benden ayrılmaz) talâkın sarih vegayri
sarih manâları arasında ihtimali olan tabirlere benzemez. Ki örfün onda
te’siri olsun. Belki o kökten türeyen (talâkın gitti) fiil, birçok manâlara
ihtimali vardır. Zira bu, talâkın düştü veya gitti, artık istemiyorum veya
talâk için azimli olduğum halde, o azmim zail oldu. Veya kaydın (bukağının)
çözülmesi gitti. Manâlarına muhtemeldir. Çünkü, talâk bukağının çözümüne de
denilir. Bukağı açılmazsa, kapalı kalmış olur. Kapalı kalması nikâhın
yerinde sabit kalmasından ibarettir. Bu gibi kinaye tabiri, sarih talâk
manâsına geçirmesine örfün hiçbir te’siri yoktur.
Hülâsa talâktan başka manâya müsavi veya racih (tercihli)
veya mercuh (tercihsiz) bir manâsı olan herhangi bir lâfzda, şöhretin onu
sarih talâk hükmüne çıkarmaya asla hükmü yoktur. Kendisinde şöhret te’sir
eden, onu sarih talâk hükmüne koyan kelime, açıkça talâk manâsını ifade,
lâfız odur ki, sarih talâk kelimesi olup da fakat şimdiki ve gelecek zamana
veya yemin (and etme) ile talâk manâları arasında delâleti müşterek olduğu
ihtimal olan veya arapçadaki firâk ve serah kelimelerinin tercümeleri gibi
sarih olup da ancak o manâya delâleti açık olmayan kelimedir. Çünkü fıkıh
âlimlerince sabit olduğu ve Minhac kitabının "Talâk kelimesinin tercümesi
sarihtir." ibaresinin şerhinde, Nihayetül muhtaç ile Tuhfetül muhtaç’tan
anlaşıldığına göre, örf ve şöhret, bu iki arapça kelimelerinin tercümeleri
sarih talâk manası olmalarına sebeb olurlar.
Halbuki mektûbunuzda yazdığınız talâk hakkındaki lâfızların
hepsinde, şöhretin te’sir eylediği tabirlerdir. Yalnız mektubunuzda geçen
ettelâku fardun aleyye (talâk üzerimde farzdır) tabiri, bu hükümden
hariçtir. Çünkü bu, talâktan başka manâya delâleti ihtimali olduğundan,
talâk hususunda, fıkıh âlimleri onu sarih talâk olarak nazarı itibare
almadılar. Kinaye olduğuna dair yalnız talâktan başka bir manâya delâletini,
bazan da örfde o manâya eklemesi, bâzı vakitte yalnız örfü sebeb olarak
göstermişlerdir. Şayet fıkıh kitabları burada zikredilen tabirlerden başka
bir lâfız olup da şöhret onda te’sir edip sarih talâk hükmüne koymuştur diye
açıklamışlarsa, bize bildiriniz! Bütün bu izah ile beraber, birçok
kitabların ibarelerinden anlaşıldığına göre, örften maksad, şeriat
âlimlerinin örfüdür. Öyle ise, diğer kitabların ibarelerinde geçen örf de
aynı manâya haml edilmelidir. Allah, efendimiz Muhammed’e, (Sallâllahü
aleyhi ve sellem) âline ve ashâbına salât ü selâm eylesin.