İçindekiler


ELLİ SEKİZİNCİ MEKTUB

Şerefli pederinin halifesi Çohresili Molla İbrahim oğlu ve kendi halifesi olan, Molla Abdurrahman’a (Kuddise sirruh) müridlerde zahir olan şevk ve cezbe, Allah’u Teâlâ’nın himmeti ve sadatı kiramında himmetiyle olduklarının bilinmesi, bu durum karşısında Allah’a şükr ve istiğfar edilmesinin gerektiği, Nakşibendi tarikatında asla bencillik, riyakârlığın yeri olmadığı ve en güzel şekilde namazın hakikati ve bu konu ile ilgili şeyler hakkındadır.

Bütün hamdler kendisine layık olan Allah’adır. Salat ü selam, ebedi olarak en şerefli makam ile muttasıf olan Peygamberimize, aline, ashabına, zevcelerine ve zürriyetine olsun! Bundan sonra, bu mektup, alem kutbu kaymakamının (Radiyallahü anh) perverdesinden, Allah yolundaki aziz kardeşi Kelan Molla Abdurrahman’adır. (Kelan: Farsça bir isim kelimesi olup, muhabbetli, heybetli manasındadır. Bu kelime ayni şekilde İmam-ı Rabbani’nin (Kuddise sirruh) Mektubatında, Hace Emkenki oğlu Hace Ebu El-Kasım’a yazdığı 180. mektubunda da geçer.

Hazret halifesi Molla Abdurrahman’i, adı geçen Hace’ye benzeterek böyle buyurmuştur.

Kelan kelimesi için Hayat Büyük Türk sözlüğüne bak.)

Perverde, Molla Abbas’ın (manevi makamlara yükselmesi ve Allah’a olan yakinliği ziyade olsun!) ismiyle, süslü mektubunuzu aldı. İçindekileri okuyup anladı. Nispetin artmasından kardeşlerin selamette olduklarından ve şevklerinin ziyadeleştiğinden dolayı Allah’a hamd ü sükr etti. Ey aziz! Açıkça Allah’a muhabbet sahibi Şeyh Abdülkadir, (Kuddise sirruh) mürşidi olan Üstadı azama, şevkinin arttığına dair gönderdiği bir mektubun cevabında, Üstad hülasa olarak şunları yazdı: sizinle üzerine sükr ve istiğfar etmemiz vacibdir. Şükrün sebebi şudur ki, hakiki mürsid ve hidayetçi, Allah’u Teâlâ’dır. Başkası için hiçbir şey yoktur. Nitekim Kur’an-ı kerimdeki. "Ey habibim! Gerçekten sen, her sevdiğini hidayet edemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi, hidayet eder." (Kasas suresi, ayeti: 56.) ayet-i celilesi buna kati bir nastır. Allah Teâlâ bu ayet-i celilesiyle kendi dostu Peygamber’e hitap buyurmuştur. Artık seninle bu fakirin hidayet durumları nasıldır Zahir ve mecazi hadi Gavs-ı azamdır. (Yani Üstadı azam için, Üstadı azam da bizim için) zahirde hidayet sana isnat edilmiş. Halbuki ne zahirde ne hakikatte senin malın değildir.

İstiğfarın vacib olması ise, halk tarafından malımız olmayan şey ‘in (hidayetin) bize isnad edildiği içindir ki, ondan bile ücûb, riya kokusunun husule gelmesi tevehhüm edilir.

İşte, müride hidayet dolayısıyla hasıl olan iştiyak vasfında, ni’met olduğu cihetten şükür, mezkûr üç afetin husule gelecekleri tevehhüm edildiği cihetten istiğfar etmeyi gerektirerek ikisi de onda birleşir.

Öyle ise, perverde, üzerinde lanet nazil olan şeytanın ve kötü nefsin hile ve aldatmalarından korku haleti üzerine bulunmasını, kendisi, boynunda bir ekmek asılmış köpek gibi olduğunu, etrafında dolaşanlar da ekmek için köpeğin etrafındaki diğer köpekler gibi olduklarını düşünsün! Çünkü diğer köpekler boynunda ekmek olan köpeğin etrafında dolaşmaları, şahsı için değil, belki ekmek için dolaşıyorlar. Zira salih ameller, tarikatın nisbeti (Allah’ın huzurunda bulunmak) ve başka iyi şeyler, insanın malı değillerdir. Çünkü insanın aslı yokluktan yaratılmıştır. Yokluktan iyi şey gelmez şer ve fesat iktiza eder.

Demek ki, perverdeye hasıl olan şey, sadatı-i kiramın (Kuddise sırruhu) himmetiyle ancak Allah’tandır (Celle ve ala). Nitekim Kur’an-i kerimde: "Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı günahtandır" ayeti ile: "Sana gelen her iyilik Allah’ın lütfundandır." Ayeti de buna delalet eder. Birinci ayet-i celileden maksat, yani şahsiyetiniz, bozgunculuğu iktiza eder. Musibeti icat eder manasına değildir. Çünkü hakiki mucidi, ancak Allah’tır (Celle ve ala) demektir.

Üstadı azam (kuddise sirruh): "İnsanın fazileti şükr iledir, yani taat yapmakladır. O da Allah’tandır (Celle ve ala). Çünkü o kulun kalbine, taatin yapılmasını ilham eder. Kalbini, onun yapmasına, iyice azmettirir. Ona güç verip, kul onu kesb ettikten sonra, taatini onda yaratır. Bunula beraber, o fiili ona mal edip, ona göre karşılığını verip, insana isnad eder." Diye buyurdu. İşte insan doğru yoldan çıkmaması için, bunda tefekkür edip, kendisi hiçbir şey olmadığını bilsin! Çünkü ondan hiçbir şey gelmeyen, ondan ne bir fiil ne bir irade ne de bir hareket bile hasıl olmayan kimse, halkın örfünde hiçbir şey sayılmayıp, belki madem (mevcut olmadığı) sayılır. Öyle ise, mürşid, irşad için, halk arasında dolaşması, kendini tehlikeye atması olduğunu bilmelidir. Lakin mürşid pirinin emrine imtisal etmesi, gayesiyle, kendine o tehlikeyi seçer. Hatta birçok mürşidler, halkın onlardan nefret etmeleri, etrafında toplanmamaları için, birçok şeyler yapmışlardır. Ben dahi, bunu düşünerek, mürşidim ve kendisine mütabeat ettiğim ve kıblegahımdan, (kuddise sirruh) bunu yani ekabir (ulu zatlar) bu irşad işinden kaçtıkları halde, Nakşibendi mürşitleri bunu yapıyorlar, diye sorduğumda; kendisi (Radiyallahü anh) Nakşibendiler "bunu üstatlarının emirleri üzere yapıp ve aralarına girdikleri halkı hatırlarına bile getirmeyip, görmezler." Diye cevap verdiler.

İşte Nakşibendi mürşitleri, bu düşüncelerinden dolayı, diğer mezkûr ekabirin prensiplerinden ayrılmışlardır. Bu nedenle üstadı azam, (Allah bizi onun sırlarıyla kutsasın!) irşad kutbu El-Seyyid Taha’nın (Kuddise sirruh) "Nakşibendi tarikatında asla ucub (kendi yaptıklarını beğenmek) riyakârlık yoktur." Buyurduğu sözün manası; onlar kendilerinden sadır olan bir şey bilmezler ki onlara ucub ve riya hasıl olsun. Belki mürşitlerinden biliyorlar, demektir diye buyurdu. Yine Şeyhim (Kuddise sirruh) Seyyid Taha (Kuddise sirruh) buyurduğu bu sözlerinin manası, bir kimse için ucub (bencillik) veya riyakârlık olsa, Nakşibendi olamaz, demek de muhtemeldir diye buyurdu.

Halk arasında hasıl olan cezbenin, tarikatta aslı olmazsa da zararı yoktur. Belki o, salikin içindeki birinci derece aşkın hararetinden arasında cezbe ve hararetin yeri, kalbdir. O makamdan yükselme hasıl olduğu zaman, o hararet mevcut olmaz denilmiştir. Bununla beraber, bu hal senden değil, belki başkasından olup, o kimse, sana lazım ve layık olan vaktini bilir.

Perverde, bu günlerde sadatın söylediği sözlerindeki manalarında çalıştığı için kendisine namazın manası zahir olmuştur. Dolayısıyla, hülasası söyle beyan eder. Namaz, insanın akli, düşüncesi Allah’tan başka, her şeyden kesilmesinden ibarettir. Namaz kılan kimse sonunda, sağında veya solundakilere selam vereceğine niyet etmesi müstehab olduğunu bilmez mi? Halbuki, namaz haricinde, hazır olana selam vermesi müstehab olmayıp belki, namaz haricinde iken, ilk mülakatta ona selam vermek, müstehabdır. İşte, musalli sağ ve solundakilere selam vermesi müstehab oluşundan, kendisi de cemaatin arasında olduğu halde, ona ilk mülakatı sayılır. Musalli namaza ilk giriş tekbiri getirirken, sanki halkın arasından çıkmış, namazın sonundaki selamı ile, onlara kavuşmuş olduğu demektir.

Öyle ise, musalli aldığı taharrum tekbirinden (Giris tekbirinden) maksad, yüce Allah’tan başka, şeylerden külliyen alakası kesilmiş olduğunu düşünsün! Nitekim tekbiri taharrumdan sonra, okuması sünnet olan:

وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَالسَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًامُسْلِمًا وَمَااَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ، إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لاَشَرِيكَ لَهُ، وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَاَناَمِنَ الْمُسْلِمِينَ

"Ben, sadece ehak dine (tevhide) boyun eğip, yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim. Ve ben ona ortak koşanlardan (Müşriklerden) değilim. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur ve bununla emr olundum ve ben Müslümanlardanım." İftitah duası da buna şahitlik eder. Bu duada geçen çevirdim. Tabirden maksad yani ben ruh, kalb, zahir ve batin kuvvetimle, külliyetimle, yüzümü Allah’a çevirdim demektir. Öyle bir durumda bulunacak ki, o anda musallinin Allah’tan başka bir şeyle meşguliyeti kalmaz. Yani Allah’u Teâlâ dışını görür, kalbinde olan şeylerin bilicisidir diye anlayıp ta ki masivayı (Allah’tan başka her şeyi) unutur; öyle ki Allah’ın (Celle ve ala) huzurunda fani olup, sağında ve solundaki kimseleri bile aklına gelmeyecektir. Hatta şeyhlerin, mürşitlerin bazısı, musalli namazda iken, sağında veya solunda bulunan kimseyi bilse; namaz, namaz değildir, demişlerdir.

Perverde, mektubunda kendi halinden hiçbir şey bahsetmediğinize hayret eder. Halbuki en mühim olan şey odur. Hidayete tabi olan kimseye selam olsun!