İçindekiler


ALTMIŞ İKİNCİ MEKTUP

Erzincan evkaf komisyonuna. Oradaki şerefli pederinin halifesi olan Muhammed Sami efendinin evlatlarından birsi, babasının yerinde irşad makamı için tekkesinde oturması dolayısıyla, aralarında vaki olan münakaşanın izalesi ve mezkûr münakaşaları üzerine komisyona müracaatta bulundukları irşad makama layık olmanın, Şeyh Sami efendiye evlatlık suretiyle değil, belki o şartlarla muttasıf olmanın muteber olduğunun beyanı ile, bu her iki şeylere karşı ihtiyatlı davranmaya dair, emri ve onunla ilgili mesele hakkındadır.

Bütün hamdler Allah’a mahsustur. Salat ü selam kıyamet, gününe kadar, Allah’ın Resülünün, bütün alinin, ashabının, ezvac ve zürriyetinin, ensari ve asharinin (dünürlerinin – kayınlarının) üzerine olsun!

Bundan sonra bu mektub, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Erzincan’daki halis ve temiz kardeşleri olan evkaf komisyonundadır. Allah onları belalardan muhafaza edip, sevdiği ve razı olduğu şeyleri yapması üzerine sabit eylesin! Gazabına sebeb olmayıp, kurtuluşlarına sebebi olan, onlardan belaları men eden, dünyadaki yükselmelerini celbedici hükümler, vasıtalarıyla icrâ kılsın. Zira aziz ve zelil edici Allah’tır.

Malumunuz olsun ki, şeyhlik ve irşad makamının birçok adab ve şartları vardır. Bazıları, batına göredir ki, onlar, kul ile Rabbın (Celle ve ala) arasında olup, onları hiç kimse bilmez. Belki bilinmeleri Rabba (Celle ve ala) havale edilir. Lakin kulun dıştaki görünüşü, şeriatın istikameti üzere mutabık olmasıyla o gizli şey’in eseri görünür. Yani cisminin azalarından herhangi birisinden şeriata muhalif bir şey sadır olmamasıdır. Çünkü o gizli manevi makamın madarı, Allah’a (Celle ve ala) yakınlık, kalbin masivaya taalluku (ilgisi) olmayıp, Allah’ın (Celle ve ala) zatından fani olmaktı, daima manevi huzurunda bulunmak ve onlardan bahs edilmesi uzun süren daha başka şeylerdir.

Bazıları da zahire göredir ki, şeyh (mürşid) olan kimse, kendisi kâmil ve başkasını da kemale erdirecek kabiliyetde olan bir mürşid tarafından irşad için icazetli olması, her türlü itikad ve inancını sünnet-i seniyyeye göre tashih ettikten sonra, bütün işlerinde mürşidine tabi olması, mümkün olduğu kadar ruhsattan korunması, belki yaptığı amelleri, azimete, hatta imkân dahilinde, mezhebler arasında üzerinde ittifak edilen ahkamlara göre olmasıdır. Mesela, Şafii olan kimse, bedeninden kan alınsa, Şafii, Hanefi mezhebleri imamlarına göre, abdesti sahih olması Nakşibendi tarikatının adabına göre Hanefi mezhebine riayet edip, abdest alması lazımdır. Keza Hanefi olan kimse, hanımına el değdirse, mezkûr adaba göre Şafii mezhebine riayetle abdest alacaktır. Aynı şekilde Maliki ve Hanbeli mezheblerine de riayet etmesi lazımdır. Dinde herhangi bir sünnet olursa olsun, hükmü de böyledir. Hatta rivayet etmesi edilmiş ki, tasavvuf ehlinden birisi şeyhin birisine gidip yanında oturdu. Şeyh öksürüp üh üh ederek tükürdüğünü kıble cihetine attı. Sofu, "kendini dinde yolu olmayan şeylerden muhafaza etmeyen kimse, başkasını yolsuz işlerden muhafaza edemez." Diye hemen yanından kalktı. Diğer birisi de bir şeyh ile camiye girerken, şeyh evvela sol ayağını ileri sürerek camiye girince, adam içinden, "Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine riayet etmeyen kimse, arkadaşlığa layık olmayıp, yapacağı sohbeti Allah’ın (Celle ve ala) huzuruna yaklaşmaya sebeb olamaz." Deyip, ondan ayrıldı.

Yine salik olan kimse, akidesini mezkûr şeylere göre tashih ettikten sonra, ruhsatlardan sakınması lazım olduğu gibi dinde, bid’a olan şeylerden de kendini muhafaza etmesi şarttır. Bid’a: Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) ile sahabeleri (Radıyallahü anhüm) arasından sonra meydana getirilen, ona Peygamber’in buyurduğu hadisi şamil olmayan, dört mezhebin kaidelerinden hiçbir kaidenin hükmüne de girmeyen şeydir. Hatta Müslümanların işleri başında bulunanlara, dinde bid’alarla amel edip, tekkede oturarak, şeyhlik davasında bulunanları cezalandırmaları, hatta başkası da ondan ibret alıp, İslam dini bid’alardan korunulması için onu o makamdan uzaklaştırmaları lazımdır. Çünkü sünnette yeri olmayan bütün bid’alar, sapıklıktır.

Beyhaki hadis kitabının şuabül’l-iman bahsinde Hazret-i Peygamber, "Bir kimse, bid’a sahibini tazim etse (büyütse), gerçekten İslamiyet’in yıkılmasına yardın eder." Diye buyurduğunu rivayet etmiştir. İşte yukarıda bahs edilen mezkûr iyi vasıflarla muttasıf olanlar, ancak Nakşibendi tekkesinde oturabilir, Neseb ve maddi evladlık, muteber değildir. Çünkü mürşidlerin hakiki evladı, odur ki onların boyaları ile boyanıp cezbeleri ile muttasıf olup Allah’ın sevgisi kalbinin noktasında öyle yerleşmiş ki, masivayı (Allah’tan başkasını) unutmuş, Allah’a (Celle ve ala) karşı kulluk hakkını ifa etmeye kalkmış kimsedir.

Tarikat reisi olan Şah-ı Nakşibend’de (Allah, bizi onun sırlarıyla kutlayıp, ondan razı olsun!) denildi ki, sen bu makama nesebinle veyahut şeceren ile mi eriştin? Sorulduğunda, buna neseb ve şecere ile kimse ulaşmadı. Ancak cezbe vasıtasıyla erişebilir. Nitekim, "Hak teala tarafından hasıl olan cezbelerde ek bir cezbenin makamı, insan ve cinlerin amellerinin makamına denk gelir." Buyurmuştur.

Bundan sonra, Nakşi tarikatı ve Hâce Sami efendinin tekkesi (Kuddise sirruh) çocuk oyuncağı olmaması ve Müslümanların sapıklıklarına da sebeb olmaması için, bu işte titizlik ve ihtiyatlı davranmanız rica olunur. Çünkü böyle bir durum zulm etmekten, hırsızlık yapmaktan daha büyük bir günahtır. Zira, birisini öldüren veya hırsızlık eden veya zulm eden kimse, din çerçevesinden çıkmış olduğunu herkes bilir Onun bu fiil ve hareketinde ona uyan bir kimse, kendisi de dinden çıktığını anlar. Lakin irşad makamında oturup da o makamın vasfıyla muttasıf olmayan kimse, kendisinin doğru yolda olduğunu halka gösterdiği için, birçok avam tabakasının doğru yoldan sapıtmalarına sebeb olur.

Allah, insanların efendisi olan Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) yüzü suyu hürmetine, sizi devamlı seadet üzerinde bulundursun! Ay ve güneşin devamı müddetince, insanların mezkûr efendisine, ashabına ve zürriyetine salat-u selam ve sena olsun!