
Bütün hamdler Allah’a mahsustur. Salat ü selam kıyamet,
gününe kadar, Allah’ın Resülünün, bütün alinin, ashabının, ezvac ve
zürriyetinin, ensari ve asharinin (dünürlerinin – kayınlarının) üzerine
olsun!
Bundan sonra bu mektub, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden
Erzincan’daki halis ve temiz kardeşleri olan evkaf komisyonundadır. Allah
onları belalardan muhafaza edip, sevdiği ve razı olduğu şeyleri yapması
üzerine sabit eylesin! Gazabına sebeb olmayıp, kurtuluşlarına sebebi olan,
onlardan belaları men eden, dünyadaki yükselmelerini celbedici hükümler,
vasıtalarıyla icrâ kılsın. Zira aziz ve zelil edici Allah’tır.
Malumunuz olsun ki, şeyhlik ve irşad makamının birçok adab ve
şartları vardır. Bazıları, batına göredir ki, onlar, kul ile Rabbın (Celle
ve ala) arasında olup, onları hiç kimse bilmez. Belki bilinmeleri Rabba (Celle
ve ala) havale edilir. Lakin kulun dıştaki görünüşü, şeriatın istikameti
üzere mutabık olmasıyla o gizli şey’in eseri görünür. Yani cisminin
azalarından herhangi birisinden şeriata muhalif bir şey sadır olmamasıdır.
Çünkü o gizli manevi makamın madarı, Allah’a (Celle ve ala) yakınlık, kalbin
masivaya taalluku (ilgisi) olmayıp, Allah’ın (Celle ve ala) zatından fani
olmaktı, daima manevi huzurunda bulunmak ve onlardan bahs edilmesi uzun
süren daha başka şeylerdir.
Bazıları da zahire göredir ki, şeyh (mürşid) olan kimse,
kendisi kâmil ve başkasını da kemale erdirecek kabiliyetde olan bir mürşid
tarafından irşad için icazetli olması, her türlü itikad ve inancını sünnet-i
seniyyeye göre tashih ettikten sonra, bütün işlerinde mürşidine tabi olması,
mümkün olduğu kadar ruhsattan korunması, belki yaptığı amelleri, azimete,
hatta imkân dahilinde, mezhebler arasında üzerinde ittifak edilen ahkamlara
göre olmasıdır. Mesela, Şafii olan kimse, bedeninden kan alınsa, Şafii,
Hanefi mezhebleri imamlarına göre, abdesti sahih olması Nakşibendi
tarikatının adabına göre Hanefi mezhebine riayet edip, abdest alması
lazımdır. Keza Hanefi olan kimse, hanımına el değdirse, mezkûr adaba göre
Şafii mezhebine riayetle abdest alacaktır. Aynı şekilde Maliki ve Hanbeli
mezheblerine de riayet etmesi lazımdır. Dinde herhangi bir sünnet olursa
olsun, hükmü de böyledir. Hatta rivayet etmesi edilmiş ki, tasavvuf ehlinden
birisi şeyhin birisine gidip yanında oturdu. Şeyh öksürüp üh üh ederek
tükürdüğünü kıble cihetine attı. Sofu, "kendini dinde yolu olmayan şeylerden
muhafaza etmeyen kimse, başkasını yolsuz işlerden muhafaza edemez." Diye
hemen yanından kalktı. Diğer birisi de bir şeyh ile camiye girerken, şeyh
evvela sol ayağını ileri sürerek camiye girince, adam içinden, "Peygamber’in
(Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine riayet etmeyen kimse, arkadaşlığa
layık olmayıp, yapacağı sohbeti Allah’ın (Celle ve ala) huzuruna yaklaşmaya
sebeb olamaz." Deyip, ondan ayrıldı.
Yine salik olan kimse, akidesini mezkûr şeylere göre tashih
ettikten sonra, ruhsatlardan sakınması lazım olduğu gibi dinde, bid’a olan
şeylerden de kendini muhafaza etmesi şarttır. Bid’a: Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve sellem) ile sahabeleri (Radıyallahü anhüm) arasından sonra meydana
getirilen, ona Peygamber’in buyurduğu hadisi şamil olmayan, dört mezhebin
kaidelerinden hiçbir kaidenin hükmüne de girmeyen şeydir. Hatta
Müslümanların işleri başında bulunanlara, dinde bid’alarla amel edip,
tekkede oturarak, şeyhlik davasında bulunanları cezalandırmaları, hatta
başkası da ondan ibret alıp, İslam dini bid’alardan korunulması için onu o
makamdan uzaklaştırmaları lazımdır. Çünkü sünnette yeri olmayan bütün
bid’alar, sapıklıktır.
Beyhaki hadis kitabının şuabül’l-iman bahsinde Hazret-i
Peygamber, "Bir kimse, bid’a sahibini tazim etse (büyütse), gerçekten
İslamiyet’in yıkılmasına yardın eder." Diye buyurduğunu rivayet etmiştir.
İşte yukarıda bahs edilen mezkûr iyi vasıflarla muttasıf olanlar, ancak
Nakşibendi tekkesinde oturabilir, Neseb ve maddi evladlık, muteber değildir.
Çünkü mürşidlerin hakiki evladı, odur ki onların boyaları ile boyanıp
cezbeleri ile muttasıf olup Allah’ın sevgisi kalbinin noktasında öyle
yerleşmiş ki, masivayı (Allah’tan başkasını) unutmuş, Allah’a (Celle ve ala)
karşı kulluk hakkını ifa etmeye kalkmış kimsedir.
Tarikat reisi olan Şah-ı Nakşibend’de (Allah, bizi onun
sırlarıyla kutlayıp, ondan razı olsun!) denildi ki, sen bu makama nesebinle
veyahut şeceren ile mi eriştin? Sorulduğunda, buna neseb ve şecere ile kimse
ulaşmadı. Ancak cezbe vasıtasıyla erişebilir. Nitekim, "Hak teala tarafından
hasıl olan cezbelerde ek bir cezbenin makamı, insan ve cinlerin amellerinin
makamına denk gelir." Buyurmuştur.
Bundan sonra, Nakşi tarikatı ve Hâce Sami efendinin tekkesi (Kuddise
sirruh) çocuk oyuncağı olmaması ve Müslümanların sapıklıklarına da sebeb
olmaması için, bu işte titizlik ve ihtiyatlı davranmanız rica olunur. Çünkü
böyle bir durum zulm etmekten, hırsızlık yapmaktan daha büyük bir günahtır.
Zira, birisini öldüren veya hırsızlık eden veya zulm eden kimse, din
çerçevesinden çıkmış olduğunu herkes bilir Onun bu fiil ve hareketinde ona
uyan bir kimse, kendisi de dinden çıktığını anlar. Lakin irşad makamında
oturup da o makamın vasfıyla muttasıf olmayan kimse, kendisinin doğru yolda
olduğunu halka gösterdiği için, birçok avam tabakasının doğru yoldan
sapıtmalarına sebeb olur.
Allah, insanların efendisi olan Muhammed’in (Sallallahu
aleyhi ve sellem) yüzü suyu hürmetine, sizi devamlı seadet üzerinde
bulundursun! Ay ve güneşin devamı müddetince, insanların mezkûr efendisine,
ashabına ve zürriyetine salat-u selam ve sena olsun!