
Hamd, o Allah’a olsun ki; onu sevmek için, bize izin vermekle
ihsan eyledi. Salat ü selam, Allah’ın muhabbetine kavuşmanın yolunu bildiren
efendimiz Muhammed’in, alinin ve ashabının, zevceleriyle zürriyetinin
üzerine olsun!
Bundan sonra bu mektub, yüksek eşiğin hizmetçisi olan
fakirden, Allah yolundaki kardeşi, alim ve ilmiyle amel eden, temiz
sülaleden, muhterem Müftü efendiye Allah onu mukarrabun temennilerine
ulaştırsın!
Molla Muhammed Selim (Allah ona selamet versin!) ile
gönderilen mektubunuz bu fakire ulaşıp okuduktan sonra, sevindi. Ondan iki
güzel koku zahir oldu ki, her ikisi de Nakşibendi tarikatında esastırlar.
Birincisi, Allah’ın muhabbetidir ki, O’na hiçbir meta bedel olamayan bir
şeydir. Nitekim Mevlâna Cami (Kuddise sirruh) demiş ki:
"Dünyada kıymeti, bedeli olmayan hiçbir şey yoktur. Ancak
Allah aşkının menkıbesi bedelsizdir." buyurmuştur. Çünkü o aşk kalbdeki
masivanın düşüncesini yakarak mahbub olan Allah’tan başkasına razı olamaz.
Kişinin imanı ancak bu aşkla tamam olur. Hazret-i Peygamber’e âşık olmak,
Allah’a âşık olmasına dayandığından dolayı Peygamber’den (Sallallahu aleyhi
ve sellem): "Herhangi biriniz beni nefsinden, malından, veledinden daha çok
sevmedikçe, hakkıyla iman etmiş olamaz." Rivayet edilmiştir.
Öyle ise, akıllı kimse, ebedi seadete kavuşması için, mezkûr
aşkı elde etmeye çalışması gerekir. İmam-ı Rabbani, Nakşibendi tarikatının
aslı, Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti seniyyesine uymakla
Allah ve Resulu onlardan razı olmayan bidalardan kaçınmak ve mürid uyduğu
mürşidin sevmektir. İşte bu iki vasıfta gevşeklik hasıl olsa, ki Allah, bizi
ve sizi ondan korusun! Letaifi göğe bile ulaşsa, zarardadır. Çünkü o
latifeleri, göklere kadar yükselmesi, cezalandırılması için, bir istidraçtır.
Bunun için Nakşibendi tarikatı diğer tarikatların en alası olmuştur. Allah’a
kavuşmak arzusunda olan kimse, sünneti seniyye mütabeat etmeye, mürşidini
sevmeye çalışması lazımdır. Zira onu sevmek, Peygamber’in (Sallallahu aleyhi
ve sellem) mütabeatine sebeb olup onun muhabbetine Allah’ın muhabbeti de
terettüp ederek kendisi de Allah’ın sevgili kulu olur. Allahü teala Kuran-ı
Kerimde, "(Resulüm) de ki, eğer siz Allah’ı seviyorsanız, Hemen bana tabi
olun ki, Allah da sizleri sevsin!" buyurduğu ayet-i celilesi buna kesin bir
delildir.
Sünneti seniyyenin mütabeatinden maksad, azimet olan
amellerle hatta her dört mezheb imamlarının üzerine ittifak eyledikleri
şeylerle amel etmek demektir. Mesela: Birisi, Şafii olup da bedeninden kan
alsa, Ebu Hanife’nin (Radıyallahü anh) mezhebine riayet etmek için abdest
alacaktır.
Üstad-ı azam (Radıyallahü anh) mütabeatten sonra, bu tarikat
şu üç esas üzerindedir:
1) İhlas, yani
özellikle mürid kendi hidayetinin mürşidinin elinden olduğunu bilmesi,
2) Muhabbet, (mürşidine sevgisi) onu başka kimselere hatta
mürşidini kendi nefsi üzerine bile tercih etmesi,
3) Mürşide teslim, yani müridin
aklına ve düşüncesine muhalif de olsa, mürşidi kendisine emrettiği şey
ile amel etmesi demektir.
Alaüddin El-Attar (Kaddesallahü sirreh) sırf mürşidine taklid
ile bu tarikata giren kimse, kurb mertebesine (Allah’a manevi yakınlık
mertebesine) ulaşacağına zaminim (üzerime alırım), diye buyurmuştur.
Bu mektubun başlangıcından bahsi geçen Nakşibendi tarikatının
ikinci esası, salik kendini hiçe sayıp görmemesinden peyda olan Allah’a
yalvarması haletidir. Nefsi görmemek bu tarikatta büyük bir temel olup,
birçok manevi faydalar terettüp eder. Zira evinde ekmek bulamayan kimse, bir
parça ekmeği elde etmek için, birçok kapıları dolaşır. Bunun dirimi böyle
iken, Mevla’nın (Celle ve ala) hakkında kendini kusurlu çalışması için,
paçayı sıyırıp nefsini tembellikte bırakmaması layıktır. Salik kendi nefsini
görmemesinin manası, kendisi hangi maddeden yaratıldığın düşünmesi demektir.
Çünkü sabit olduğu üzere, kendisi yoktan var olmuş yokluk ise, şer ve fesad
kaynağıdır. Öyle ise, ondan yaratılan kendini nasıl beğenir veya iftihar
eder? Halbuki, emaneten başkasının elbisesini giyen şahıs gibi, kendisine
hasıl olan iyi sıfatlar onun malı olmayıp, Mevla’dan (Celle ve ala) hasıl
olmuştur. İşte salik de bu düşünce tamam olunca, yani kendisindeki mevcut
kemalat Allah’dan (Celle ve ala) oldukları ve nefsini şeni, çirkin hatta
sırf bir yokluk bilen kimse, rabbini de bilir. Buna Peygamber’in (Sallallahu
aleyhi ve sellem): "Kendini bilen gerçekten rabbini bilir." Buyurduğu
hadisin manası da budur. Bir kimsede bu görüş adet olup, cibilliyyetin de
yerleşse daima manevi makamlara yükselip göz kırpmak gibi az bir zamanda
bile bir manevi makamda duraklamadan yükselir.
Mektubunuzun cevabı tehir oldu ise de dolayısıyla bu fakir,
kınanamaz. Çünkü eşyaların vücuda gelmeleri, Allah tarafından onlara tahsis
edilen zamanlarının rehinidirler. (Yani yaradılış zamanları gelmeyince,
meydana gelmezler.)
El-Şeyh Muhammed Sadakanın ellerinden öper, duasını dileriz.
Size ve kardeşlerinize, Molla Hüseyin’e selam eder, duanızı diler, hepinizin
hatırını sorarız. Talebelere hususi ve umumi olarak bütün Farkin ahalisine
selam ederiz. Allahü Teâlâ, efendimiz Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve
sellem) bütün alinin, ashabının, ezvac ve zürriyetinin üzerine salat ü selam
eylesin!