İçindekiler


YÜZ BİRİNCİ MEKTUP

Şam vilayetinin Salihiyye mahallesinde mukim, şeyhinin halifesi olan El Hac Hasan’ın kardeşinin oğlu Abdülkudüs efendiye. Dünya ve dünya sevgisinin kınanması, Allah’a ulaştırıcı yollar, canlı mahlukatın alıp verdikleri nefesler kadar olduklarının, Nakşi tarikatın esası, sünnetin mütabeati, hatta azimetle amel edilip ruhsat ve bidatlardan korunmak üzere olduğundan, yollardan Allah’a en doğru ve yakın yol Nakşibendi tarikatı olduğunun beyanı ve tarikatın icmalen izahı, onda en önemli olan şey, mürid, kendi mürşidine olan rabıtası, rabıtanın nevileri ve faydası, rabıta hakka, doğruya muhalif olduğu tevehhüm edilip bazı kısır fikirli kimseler müşkül kalmış olan bazı ekâbirin dedikleri sözlerinin tefsiri ve o konu ile ilgili meseleler hakkındadır.

Bütün hamdler, alemin Rabbine mahsustur. Kurtuluş, Allah’tan korkanlar, pişmanlık, ondan gafil olanlar içindir.

Allah’ın ismiyle başlarım. Kâinatta hiçbir şey yok ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Sala tü selam, Allah’ın yarattıklarının en hayırlısı olan Muhammed’e (Sallallahu aleyhi ve sellem) bütün aline, ashabına, ensarına, dünürlerine, komşu ve tabilerine olsun!

Bundan sonra, bu mektub, yüksek kapı eşiğinin hizmetçisinden, Allah yolundaki kardeşi, muhterem Abdülkudüs efendiyedir. Allah (Celle ve ala) onu sevdiği kimselerin zümresine dahil edip, Nakşibendilerin (Kuddise sirruhüm) muhabbet şarabından bir şerbet, üzerine nazil eylesin!

Malumunuz olsun ki, mezkûr hizmetçi ve gelip emeller kâbesinin merkadının ziyaretiyle – Allah bizi sakinin sırlarıyla kutlasın – visal ve teşerrüfi vaki oldu. Bu ana kadar ne onun ne de kardeşlerin bir üzüntüleri olmayıp, hepsi de selamettedirler. Size ve oğlunuza, oradaki kardeş ve akrabalarınızın hepsine selam edip hepsinden dua diler.

Sonra, ey kardeş! İnsan ya aşağı çirkin olan dünyaya talibdir ki, çirkinliği hiç kimsece gizli değil. Hatta izahına ihtiyaç olmayan içindeki inkılaplar, değişiklikler, dolayısıyla neticesiz ve vefasızlığı herkese zahir olur. Öyle ise, akıllı kimse, Allah’ın (Celle ve ala) gazabına uğramaması için dünyaya önem vermeyip, büsbütün düşüncesine dalmaması lazımdır. Hatta hadisi şerifte:

"Dünya sevgisi bütün günahların başıdır. "Diye rivayet edilmiştir. Mevlâna El Şeyh Abdullah El Dehlevi de (Kuddise sirruh) bu cümleye her günahın başı küfürdür." Diye birleştirmiş ve bu iki mukaddime mantık ilminin kuralına göre dünyanın sevgisi, küfürdür. Yani büsbütün Allah’ı unutup da gaye hep dünya olsa, insanı küfre doğru sürükler, demek neticesini verir. Nitekim Mevla’mız üstadımız El Şeyh Fethullah, (Kuddise sirruh) Allah, bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp ona tabi eylesin. Akıllı kimse, mümkün olduğu kadar, dünyadan yüzünü çevirmesi lazımdır, diye buyurmuştur.

Veyahut insan, Allah’a (Celle ve ala) talibdir. Ki en doğru ve kuvvetli yol budur. O talebde bulunmak insan için dünya ve ahirette manevi bir yükseklik ve kıyamete kadar Allah (Celle ve ala) ile Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) nezdinde makbuliyet vardır. Allah’a (Celle ve ala) diden yollar, pek çoktur. Hatta, canlı mahlukatın alıp verdikleri nefeslerin sayısı kadar olduğu denilmiştir. Nakşibendi olmayan, İmam-ı Gazali ile Ahmed Bin Hacer gibi imamların açıkça dediklerine göre, en yakın ve doğru yol, Nakşibendi tarikatına mensub olan büyük zatların seçtikleri yoldur.

Bu tarikatın binası, sünneti seniyye ile, Allah’ın muhabbeti üzere kurulmuştur. Nitekim Hazreti Behaeddin Şahı Nakşibend (Kuddise sirruh) vakıa halinde, Hace Abdul Halik El Gucdüvani (Radıyallahü anh) ruhaniyyetinden muhabbetle emr olunmuştur. Rivayet edilmiş ki, bir gün, Behaeddin’e (Kuddise sirruh) seni ne gibi bir şeyle tanıyalım? Denildiğinde, "sünnete tabi olmamla" diye buyurdu.

İşte Şah’ın (Kuddise sirruh) buyurduğu bu sözü, tarikatı, sünneti seniyyeye mütabeat etmekten başka bir şey olmadığına dair ne kadar kuvvetli bir delildir. Çünkü bilinip tanınmasına ancak mütabeate hasr etmiştir. Öyle ise, tarikatını arzu eden kimse, mutlaka, Peygamber’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine tabi olması dinde bidat ve ruhsat olan şeylerden zayıf olan kavillerden kendini muhafaza etmesi lazımdır.

Hace Muhammed Parisa, Risaletül Kudsiyye kitabında Şah-ı Nakşibend’den (Kuddise sirruhüma) rivayetle, buyurduğu sözlerinin hülasası: Evliyadan bazısı, insanların faydaları için, dindeki ruhsatlarla amel ederler. Gerçi onların yaptıkları bu hareketlerin bir meyvesi, faydası olduğu düşünülürse, fakat o meyve tahakkuk etmeyip nihayet o meyve ağacı kurur.

Öyle ise, Şah’ın tarikatını arzu eden kimse, mezkûr ağaç yeşillenip meyve vermesi için, parlak İslam şeriatından, hatta şeriattaki azimetle amel etmekten ayrılmaması gerekir. Nakşibendilerin tarikatı, tafsilen sayılamayacak kadar ise de icmalen üç şeyde hasr edilmiştir:

1) Gizlice zikri Celal (Allah) kelimesi veya kalb ile kelime-i tevhidi (La ilahe illallah) deyip zikr etmek.

2) Sohbet etmek, (Allah ve resulü ile tarikatın büyük zatlarından halka bahs etmektir.)

3)Mecaz insanı hakikate ulaştırma köprüsü olduğu düşüncesiyle, evvela rabıta etmek vacibdir.

Rabıta, mürid, kendi mürşidinin siması hayaline getirmekten ibarettir. Fakat rabıtanın kısımları çoktur. Hülasa olarak ya ihlas üzere yapılan rabıtadır. Ki mürid manevi afetlerden kurtuluşunu mürşidin mutabaatında olduğunu, onda fani olması için kapısından başka onun için bütün kapılar kapalı olduğu, hatta ne kapalı ne açık olarak onun için o kapıdan başka, hiçbir kapı olmadığına dair düşüncesidir.

Veya muhabbet yolu ile yapılan rabıtadır ki, ta ki mürşidinde fani olup ondan başka hiçbir kimseye karşı ne muhabbetini ne de buğzunu his etmeyip mürşidini, nefsinden, malından, canından, çocuğundan daha sevimli olmakla beraber, simasını hayaline getirmek demektir.

Veya teslim yolu iledir. Ki mürid, mürşidini hayaline getirmekle onda fani oluncaya kadar; emrine itaaat edeceğini yani mürid kendini ona karşı, yıkayıcı ellerindeki ölü gibi olduğunu hayal edip düşünmesidir. Nitekim rabıtanın bu kısmını Üstadı Azam (Kuddise sirruh) bazı tabilerine gönderdiği bazı mektublarında en tamam bir tafsil ile beyan eylemiştir. Gavs-ı Azam – Allah bizi onun sırlarıyla kutlasın – müridden ilk sorulan şey, rabıtadır, diye buyurmuştur. Hace Übeydullah El Ahrar da (Kuddise sirruh) Farsça şöyle buyurmuş: "Rehberin gölgesi (ona tabi olmak) zikri hakten iyidir. "Bu kelamını İmam-ı Rabbani’nin oğlu Hace Masum (kuddise sirruhüma) şöyle tefsir etmiştir. Yani Rabbin azameti ve nezaheti bakımından kul ile Rabbin arasında hiçbir münasebet yok ki kul, Rabbinden (Celle ve ala) istifade edebilsin. Öyle ise, kula, iki cihetli: beşerriyet ve mukaddesiyyet cihetleriyle muttasıf olan bir vasıta lazımdır. Ki dolayısıyla Allah’tan manevi bir istifade edebilsin, demektir. Daha sonra demiş ki, rabıtadan maksad, zahiri işlerde de olsa, mürid ile mürşidinin arasında münasebet hasıl olmak içindir. Çünkü her ne kadar münasebet artarsa, daha çok ondan feyz almış olur. Sebebi, gerçekten rabıta zikri Hak’tan efdal olduğu için değil, belki hadis olan kul ile kadim olan Rabbin arasında münasebet olmadığı cihettendir. Nitekim:

"Toprak, maliklerin maliki (Allah) ile ne münasebeti vardır. "Denilmiştir. Mevlâna Cami (Kuddise sirruh) Farsça bir beytinde demiş ki:

"Yazı tahtasında, ilkin elif, be, te harflerini okumadıkça nasıl Kuran dersini okursun?" yani ilkin alfabe harflerini okumazsan, Kuran dersini okumaya kudretin yoktur. Ahmed El Cezeri’nin "Talib kü hate fursat mühlet linik harama. Minumri nuhi nini saki ver bilez hoş." (Allah’a talib olan kimse fırsat bulunca, çalışmayıp mühlet vermesi kendisine haramdır. Benim için Nuh Peygamber (aleyhisselam) gibi uzun ömür yoktur. Öyle ise âşık olmam için, Ey aşk şarabının dağıtıcı! Bana doğru acele gel! dediği gibi, çalışmaya mühlet verilmemelidir. İşte bunları unutma. Bundaki nasihat kafidir. Şayet oradaki arkadaşlarınızın tarikata iştiyakları olduğunu bilirsen, bu mektubu onlara göster, okut! Ve benden onlara selam söyle! Darülhadisteki muhaddis Şeyh Bedruddin’den bizim için duasını taleb edip bizden ona selam söyle! Allah, halkın hayırlısı olanın, karanlığın yıldızları ve Peygamberin sünnetinin kaynakları olan alinin ve ashabının üzerine salat eylesin!