
Bütün hamdler Allah’a olsun, muhabbeti kendisine ulaştırıcı
yolların en yakını edinmiştir. Salat ü selam mahbubiyyet makamıyla müşerref
olan efendimiz Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) tebaiyetine haiz
olan alinin ve ashabının üzerine olsun!
Bundan sonra, bu mektub, yüksek kapı eşiğinin hizmetçisinden,
en güzel din kardeşi olan efendimiz Molla Hasan’adır. Allah, onu nezdinde
makbul olanlardan eylesin!
Ondan muhabbet kokusu duyulan mektubunuz hizmetçiye ulaştı.
İçindeki manaları anladıktan sonra, gayet sevindi. Çünkü – onun, alinin ve
ashabının üzerine salavatların efdali, senaların en kamili olsun –
efendilerin efendisinden rivayet olunan hadislere göre, Allah’a olan
muhabbetten daha üstün hiçbir şey ve ondan daha yakın bir neseb yoktur.
Nitekim İbnul Farid bir beyitinde: "Sevgilim ile aramızdaki sevgi cihetinden
olan akrabalık, aşk kanununda, ebeveynimin cihetinden bana olan akrabalıktan
daha yakındır." Demiştir. Nasıl böyle olmasın ki, Allah’ın muhabbeti,
şeytanın insanlara karşı yaptığı sapıklığının vasıtalarını ve hekimler
tedavisinden aciz kalan nefsin hastalıklarını keser. Kalbi muhabbet ateşiyle
yakılıp ta ki, Allah’ın aşkı kalbinin noktasına vasıl olmuş kimseye ne
mutlu. İntihar ve yücelik, muhabbet ahlakıyla müşerref olanıdır.
Ey kardeşim! Fıkıh kitaplarının beyanına göre, Allah (celle
ve âla) marifetini kullarının üzerine vacib edip, farzı ayn olanlardan
eylemiştir. Öyle ise, akıllı kimsenin, o marifetin husulüne çalışması
lazımdır. Tahsili için tasavvuf erbabı birçok esaslar, yollar kurmuştur ve o
yolların en yakını Nakşibendî Tarikatıdır. Çünkü binâsı iki asıl üzeredir:
1) Sünneti seniyye
mutabaat etmek, bid'atlardan korunmak.
2) Mürşidin muhabbeti.
İmâm-ı Rabbanî buyurdular ki. Bu iki asıl haslet bir
kimsede sabit olsa, günahlara dalmış olsa da onun için hiçbir korku
yoktur.
Bu iki şeyden birisine zarar gelse, letaifi arşın üzerine de
çıkmış olsa, o kimse, korku vadisindedir. Demek ki bu iki asıl şeye çalışmak
lâzımdır. Yani mümkün olduğu kadar ruhsatı terk edip şeriat ahkamından olan
azimetle amel edip, velev ki ondan manevi bir zevk veya Allah’a bir yakınlık
da duysa, bütün bidatları terk etmesi gerekir. Çünkü Allah’a (Celle ve ala)
giden yollar, hepsi Peygamber’in (Sallalahü aleyhi ve sellem) mâtabeatı
üzere olduğu için, bidatların hakikatı delalettir. Nakl edilmiş ki,
evliyalardan birisi, Peygamber’i (Sallalahü aleyhi ve sellem) rüyada görür,
ondan bazı şahısların durumundan sorar. Ta ki söz Ebu Ali İbnu Sina’ya
gelir. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) o bana mütabeat etmeden kendi
aklıyla doğru yola ulaşmak istemiş bir adamdır. Ben ona bu elimle vurup,
ateşe attım, diye cevab verdi.
Yine akıllı kimse, mürşidinin mütabeatına çalışması lazımdır.
Öyle ki, onu bütün kimselerin hatta nefsinin üzerine de tercih ederek,
kurtuluş yolunu onun elinde ve başkası onun için zararlı, hidayeti onun
vasıtasıyla olmasına hasr edilmiş olduğunu bilmelidir. Yani mürid, ölünün
yıkayıcı şahsın elinde olduğu gibi, mürşidine teslim olması lazımdır. Bu
şeyler, gerçi hayal ise de yine bunlar olmazsa matlubuna vasıl olamaz.
Ey kardeşim! Mezkûr bu yolda olan aşkını, Allah’ın (Celle ve
ala) onu senin sana ihsan eylediği şeylerden sayınız! Çünkü (Celle ve ala)
onu senin kalbine atmıştır. Hace-i Ahrar lakabıyla tanınmış. Hace Abdullah
El Şemerkandi, Nakşibendi tarikatıyla müşerref olan kimse, kendisine bu iki
şeyden birisi mutlaka lazımdır. Ya kabul ya da visal diye buyurdu. Bu iki
şeyden ne gibi bir şey olabilir? Mürşidin sureten uzaklığı, feyzlerinden
istifade edilmesini engelleyemez. Ancak, müsterşid için visale zarar gelip,
kendisine bu tarikattan maksad olan meyvası (Allah’ın aşkı) zahir olması
daha aladır. Lakin bu zaman bu işe manidir. Öyle ise iş, Allah’a havaledir.
Bundan sonra size selam edip maksudunuzun hasıl olmasına dua
eder. Sizden dua taleb ederiz. Yanınızda bulunan dostlara selam ederiz.
Allah, efendimiz Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) bütün alinin,
zevcelerinin ve zürriyetinin üzerine salat eylesin!