|
(ö. 720/1320 [?])
Mutasavvıf Türk şairi.
Tarihî kişiliği menkıbelerle iç içe giren Yûnus Emre’nin destanî
hayatına dair ilk ve en geniş mâlûmat Uzun Firdevsî’nin (ö.
918/1512) yazdığı sanılan Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’de
yer almaktadır. Buna göre Yûnus Sarıköy’de yaşayan, çiftçilikle
geçinen fakir bir kişidir. Önce buğday almak üzere Karahöyük’e
gider, bir süre Hacı Bektâş-ı Velî’nin yanında kalır, geri
döneceği sırada buğday yerine Hacı Bektaş ona “nefes” vermeyi
teklif eder, fakat Yûnus ısrar edince kendisine dilediği kadar
buğday verilerek gönderilir. Köyüne yaklaştığı esnada gafletinin
farkına varan Yûnus, buğdayın bir gün tükenip nefesin ise
tükenmeyeceğini düşünerek tekrar tekkeye döner ve nasip ister.
Durum Hacı Bektâş-ı Velî’ye arzedilince o, “Bundan sonra olmaz.
Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik, varsın nasibini
ondan alsın” der ve onu Tapduk Emre’ye gönderir. Yûnus da Tapduk
Emre’nin yanına varıp durumu ona anlatır; Tapduk Emre halinin
kendisine mâlûm olduğunu, hizmet edip emek vermesi halinde
nasibini alacağını söyler. Yûnus kırk yıl boyunca erenler
meydanına eğrinin yakışmayacağı düşüncesiyle tekkeye sadece
düzgün odun taşır. Rum erenlerinin Tapduk Emre’nin tekkesinde
büyük bir meclis kurdukları bir gün mecliste Yûnus Emre ile
birlikte Yûnus-ı Gûyende denilen başka bir Yûnus daha
bulunmaktadır. Tapduk Emre cezbeye gelince Gûyende’ye, “Yûnus,
söyle!” der, fakat Gûyende işitmez. Tapduk bu sözü üç defa
tekrarladığı halde Yûnus-ı Gûyende yine işitmez. Bu defa Yûnus
Emre’ye dönüp, “Yûnus, vakit geldi, o hazinenin kilidini açtık,
nasibini aldın, hünkârın nefesi yetişti, sen söyle!” der. Gönlü
açılan, gözlerinden perde kalkan Yûnus “şevk denizine düşüp”
inci ve mücevher değerinde sözler söylemeye başlar (Menâkıb-ı
Hacı Bektâş-ı Velî, s. 48-49).
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin, şeyhi Üftâde’nin sohbetlerinden
derlediği Vâķı'ât’ta yer alan Yûnus’la ilgili rivayetler
Vilâyetnâme’de anlatılanları tamamlar gibidir. Hüdâyî’ye göre
Yûnus’un mürşidi Tapduk Emre “şeştâ” çalardı. Bir gün Tapduk
yine şeştâ çalmaya başlayınca sesi Yûnus’a dokunur, Yûnus
cezbelenir ve sanatını bırakıp Tapduk’a derviş olur.
Vâķı'ât’taki bir rivayette Yûnus Emre’nin Tapduk Emre’ye otuz
yıl hizmet ettiği, şeyhinin kızıyla evlendiği, pîrinin nefesinin
bereketiyle şair olduğu belirtilir (Vâķı'ât-ı Üftâde, s. 91,
256). Yine Vâķı'ât’ta yer alan bir başka rivayete göre otuz yıl
hizmetten sonra Yûnus, “Ben bu yolculuktan bir şey anlayamadım,
muhtemelen sülûkü tamamlayamayacağım” diyerek tekkeden ayrılmış,
fakat yolda rastladığı erenler ve onlarla yaşadığı olağan üstü
hallerle gafletten uyanıp geri dönmüş ve Tapduk’un ayaklarına
kapanarak kendini bağışlatmıştır (a.g.e., s. 374; İsmail Hakkı
Bursevî, Rûĥu’l-beyân, I, 171). XVI. yüzyıl tezkirecilerinden
Âşık Çelebi, Yûnus’un “kullâb-ı cezbe ile âlem-i mülkten cenâb-ı
melekûta çekilmiş, âlemin insân-ı kâmil ve ferîdlerinden”
olduğunu kaydetmiş, ardından onun ümmîliğine işaret ederek hal
diliyle şiir söylediğini belirtmiştir (Meşâirü’ş-şuarâ, II,
689). XVII. yüzyıl Bayramî şeyhi Bolulu Himmet Efendi, sülûkünü
tamamlayamayan sâlikin yolculuğunun hızlandırılması için celâl
terbiyesinden geçirilebileceğini anlatırken Tapduk Emre ile
Yûnus arasında geçen olayı örnek verir (Tapsız, s. 165). XVIII.
yüzyıl Halvetî-Şâbânî dervişlerinden İbrâhim Hâs da
Tezkire’sinin iki ayrı yerinde Yûnus Emre’den ve şeyhi
Tapduk’tan bahseder (bk. bibl.). Süleyman Şeyhî de Yûnus’tan,
Tapduk Emre’den, şiirlerinden ve tekkeye taşıdığı odunlardan söz
etmiş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Yûnus hakkında, “İlâhî
menzillerin hangisine çıktımsa bu Türkmen kocasının izini önümde
buldum, onu geçemedim” dediğini nakletmiştir (Bahrü’l-velâye, vr.
143b). Yûnus Emre ile Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî arasında geçtiği
aktarılagelen başka bir rivayete göre Yûnus bir gün karşılaştığı
Mevlânâ’ya, “Meŝnevî’yi sen mi yazdın?” diye sormuş, Mevlânâ
“evet” deyince Yûnus, “Uzun yazmışsın. Ben olsam, ‘Et ü kemik
büründüm/Yûnus diye göründüm’ derdim” karşılığını vermiştir.
Diğer bir halk rivayetine göre Yûnus 3000 şiir söylemiş, daha
sonra Molla Kasım adlı bir zâhid bunları şeriata aykırı bularak
1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan 1000 şiiri
okurken, “Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgaya
çeken bir Molla Kasım gelir” beytine rastlayınca pişman olup
tövbe etmiş ve Yûnus’un velîliğine inanmıştır. Bu inanışa göre
yakılan şiirler gökte melekler, suya atılanlar balıklar, kalan
şiirler de insanlar tarafından okunmaktadır.
Tarihî Şahsiyeti.
Yûnus Emre’nin tarihî şahsiyeti hakkında çok farklı görüşler
ileri sürülmüştür. Onun Yıldırım Bayezid devrine (1389-1402)
eriştiğini söyleyen (Beygu, s. 171-175), Kanûnî Sultan Süleyman
dönemi (1520-1566) şairleri arasında ona da yer veren (Hammer,
II, 566), VII. (XIII.) asrın sonu ile VIII. (XIV.) asrın ilk
yıllarında yaşadığını ileri süren (Gibb, I, 165) araştırmacılar
varsa da bu görüşler, Adnan Erzi’nin Beyazıt Devlet
Kütüphanesi’ndeki bir mecmuadan (nr. 7912, vr. 38b) alarak
neşrettiği belge ile ortadan kalkmıştır. Belgede Yûnus Emre’nin
638 (1240-41) yılında doğduğu, seksen iki yıl yaşadığı ve 720’de
(1320) vefat ettiği kaydedilmektedir (TTK Belleten, XIV/53
[1950], s. 85-89). Buna göre Taşköprizâde’nin Yûnus’u Yıldırım
devri şairi ve şeyhleri arasında göstermesi (Mecdî, s. 78) ve
Âşıkpaşazâde’nin Orhan devriyle (1324-1362) I. Murad zamanını
idrak ettiğini söylemesi (Âşıkpaşaoğlu Tarihi, s. 193-194) doğru
değildir. Yûnus Emre’nin doğum yeri hakkındaki rivayetlere
dayanan görüşler de tutarsızdır. Vilâyetnâme’de (DİB Ktp., nr.
714, vr. 128a) onun Sivrihisar’ın Sarıköy’ünde doğduğu,
mezarının da bu köye yakın bir mevkide bulunduğu kaydedilir.
Mecdî, Tapduk Emre’nin Sakarya nehrine yakın bir yerde yerleşmiş
olduğunu, Yûnus’un ise Bolu çevresinde ikamet ettiğini belirtir
(Şekāik Tercümesi, s. 78). Lâmiî, Yûnus’un Kütahya suyunun
üzerinde bu suyun Sakarya’ya karıştığı yere yakın bir mahalde
yattığını söyleyerek Vilâyetnâme’ye katılırken (Nefehât
Tercümesi, s. 691) Âşık Çelebi onun Bolulu olduğunu yazmaktadır
(Meşâirü’ş-şuarâ, II, 689). Yûnus’un yaşadığı çevre hakkında
Bektaşî geleneğinin doğruluğunu kabul eden Mehmed Fuad Köprülü,
onun XIII. yüzyılın son yarısında Sivrihisar’da yahut Bolu
civarında Sakarya suyuna yakın köylerden birinde yetişmiş bir
Türkmen olduğunu belirtir (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,
s. 262-265). Kâmil Kepecioğlu’nun yayımladığı belgelerde, Şeyh
Hacı İsmâil topluluğuna mensup olan Yûnus’un Karamanoğlu İbrâhim
Bey’den Lârende’de Yerce denilen araziyi satın aldığı ve İsmâil
adlı bir oğlunun bulunduğuna dair bilgiler vardır (Nilüfer, sy.
4 [1945], s. 68; Gölpınarlı, s. 63-64). Bu belgelerde
yazılanlarla Vilâyetnâme’de yer alan bilgiler çelişmektedir ve
burada adı geçen Yûnus’un Yûnus Emre olup olmadığı
bilinmemektedir. Hacı İsmâil cemaatine mensup Yûnus Emre’nin bir
iddiaya göre Horasan’dan geldiği düşünülecek olursa şiirlerinde
yer alan Oğuz Türkçesi’nin izahı zorlaşacaktır. Dolayısıyla söz
konusu belgelerin ciddi bir tenkide ihtiyacı vardır (metinler ve
tenkidi için bk. Yûnus Emre Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân,KAYNAK:
haz. Abdülbaki Gölpınarlı, s. XXVI). Neticede oluşan kanaate
göre Yûnus, Orta Anadolu’da Sakarya nehri çevresinde bir yerde
doğmuş ve Nallıhan’a yakın Emrem Sultan’daki zâviyede Tapduk
Emre Dergâhı’nda yaşamıştır. Sarıköy’deki arazisini zâviyeye
bağışlamış, ölümünden bir süre önce Karaman’da arazi satın
almıştır. Yûnus Emre’den başka Bursa’da yaşayan diğer bir
Yûnus’un varlığından ilk defa söz eden Faruk K. Timurtaş’a göre
bilinen iki Yûnus’tan ikincisi XV. yüzyıl başlarında vefat eden
Bursalı Âşık Yûnus’tur (Yunus Emre Dîvânı, s. 19). Yûnus Emre
bir yerde adının “Yûnus” olduğunu söyler: “Yûnus çağırırlar adım
gün geçtikçe artar odum/İki cihanda maksûdum bana seni gerek
seni.” İbrâhim Hâs’ın Tezkire’sinde “Şeyh Emrem Yûnus (k.s.)
hazretleri” şeklinde geçmektedir (Tezkiretü’l-Hâs, vr. 37b).
Şiirlerinde isminin önüne “Âşık, Bîçâre, Koca, Tapduklu, Miskin,
Derviş” gibi sıfatlar da getirmektedir. Bursa’da yaşayan Âşık
Yûnus’un ismi de bazı müellifler tarafından “Âşık Yûnus, Yûnus
Emre” şeklinde anıldığı için bu iki şair tarih boyunca birbirine
karıştırılmıştır (Gazzîzâde Abdüllatif Efendi, vr. 35b; Mustafa
Lutfî, s. 73; Mehmed Şemseddin, s. 63-84). Hacı Bektâş-ı
Velî’nin “nefes”ini kabul etmeyen Yûnus’un “Ehl ü iyâl var,
nefes karın doyurmaz, bana buğday gerek” sözünden hareketle
evlendiği ve çocukları olduğu söylenebilir. Başbakanlık
Arşivi’nde 871 sayılı Konya Defteri’ndeki 924 (1518) tarihli bir
belgede Yûnus’un İsmâil adında bir oğlundan söz edilerek, “Amma
Yerce nâm yeri bu cemaatten Yûnus Emre, Karamanoğlu İbrâhim
Bey’den satın almış, elinde mülknâmesi vardır. Yûnus Emre
fevtolup evlâdına intikal eylemiştir” kaydı yer almaktadır (Öztelli,
Belgelerle Yûnus Emre, s. 7; Kepecioğlu, sy. 4 [1945], s. 68).
Yûnus’un bir şiirinde, “Bunda dahı verdin bize oğul u kız çift ü
helâl/Ondan dahı geçti arzum benim âhım dîdâr için” demesi de
çoluk çocuğunun bulunduğunu gösterir.
Tahsili. Eski kaynaklarda Yûnus Emre’nin ümmîliğinden söz
edilmektedir (Mecdî, s. 78). Âşık Çelebi, Yûnus’un medresede
başarılı olamayıp “Tanrı mektebi”nde ders okuduğunu ifade eder (Meşâirü’ş-şuarâ,
II, 689). Bektaşî geleneğinde de Yûnus ümmî kabul edilmektedir.
İsmâil Hakkı Bursevî, Yûnus’un ümmî fakat hikmet sahibi olduğunu
belirttiği halde, “Çıktım erik dalına ...” diye başlayan
şathiyesini şerhederken onun sülûkünden önce müftülük yaptığını
söyler (Ferahu’r-rûh, haz. Mustafa Utku, III, 438; Şerh-i Ebyât-ı
Yûnus Emre, vr. 40b). Bu bilgi İsmâil Hakkı’dan önceki
kaynaklarda yer almadığına göre adı geçen zat Bursalı Âşık Yûnus
olmalıdır. Gibb (HOP, I, 170-175) ve Rıza Tevfik de (Rıza
Tevfik’in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri, s. 36)
Yûnus Emre’nin okuma yazma bilmediği kanaatindedir. Hüseyin
Vassâf onu “ümmî-i kâmil” diye niteler (Sefîne-i Evliyâ, I,
146-154). Yûnus’un harfleri bile telaffuz edememesi iddiası gibi
onun medresede tahsil görmüş bir kişi sayılmasının da bir abartı
olduğuna işaret eden Köprülü’ye göre (Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, s. 273) o devrin ilmî ve felsefî sistemlerine
Yûnus’un divanında yer yer beliğ işaretler vardır. Bunları
gördükten sonra Yûnus’un ümmîliği hakkındaki geleneğin hiçbir
zaman tarihî bir hakikat sayılamayacağı anlaşılır (a.g.e., s.
296, 334). Gölpınarlı ise Yûnus’un Sa‘dî-i Şîrâzî’den ve Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî’den tercüme yapacak kadar Farsça bildiğini
kaydeder. Medrese öğrenimi görüp görmediği, icâzet alıp almadığı
hususu açık değilse de Yûnus iyi bir tahsil görmüştür (Yûnus
Emre ve Tasavvuf, s. 100-101). Yine Gölpınarlı, divanındaki bazı
beyitlerden hareketle onun Konya’da eğitim almış olabileceğini
ileri sürer (Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân, s. XIX). F. K.
Timurtaş’a göre de Yûnus ümmî değildir ve büyük ihtimalle
tahsilini Konya’da yapmıştır (Yunus Emre Dîvânı, s. 15). Sâdık
Vicdânî, Yûnus’un ümmî olmadığı halde Resûl-i Ekrem’in vasfıyla
nitelenmek için ümmî bilindiğini söyler (Tarikatler ve
Silsileleri, s. 155). Bizzat Yûnus’un kendi tahsili hakkında
verdiği bilgilerde de farklılık vardır. Bazı beyitlerine bakarak
ümmîliğini ileri sürmek mümkündür: “Ne elif okudum ne cim
varlıktandır kelecim (sözüm)/Bilmeye yüz bin müneccim tâliim ne
yıldızdan gelir//Yerde gökte bu aşk ile aşktan gelir bu söz
dile/Bîçâre Yûnus ne bile ne kara okudu ne ak.” Başka bir
şiirinde ise gönlünde “ilm-i usûl” (tefsir, hadis, fıkıh, kelâm)
sevdası olup zâhirî bilgi peşinde koştuğunu söyler. Onun ilmi
ilhâm-ı rabbânî ile elde ettiği ilâhî aşk ve ahlâktan ibarettir.
Bu da ancak bir mürşid-i kâmilden öğrenilebilir. Yûnus ve onu
takip eden pek çok sûfî şair yaşadığı çağın kültürünü şifahen
almıştır. Dolayısıyla Yûnus’un da öğrenimini yetiştiği tekke ve
çevre içinde düşünmek gerekir. Şiirlerinde kendisi hakkında sık
sık kullandığı ümmî sıfatı da “gelenekten gelen saf bilgiye
sahip olan” anlamındadır. Divanındaki bazı beyitlere ve
menkıbelere göre Yûnus Emre pek çok yeri gezmiş, “yukarı iller”
dediği Azerbaycan’a kadar gitmiştir. İlden ile yürüyüp dost
sırrını aradığını, Urum’da, Şam’da kendisi gibi bir garip
bulamadığını, gurbet ilinde âşık olup Mecnun gibi dolaştığını,
Şîraz, Bağdat, Tebriz, Şam, Nahcıvan gibi beldeleri gördükten
sonra Rum’da (Anadolu’nun bazı illerinde) kışlayıp baharda
memleketine döndüğünü söyler. Yûnus’un seyahatlerinin sebepleri,
bunların ne şekilde gerçekleştiği tam olarak bilinmese de
tarikatlar döneminde seyahat sûfîlerin hayatında nefis
terbiyesinin önemli bir unsurudur. Ayrıca Yûnus’un, şeyhi Tapduk
Emre’nin ailesi veya tarikat şeceresi bakımından bu yöreyle
bağlantısı olabileceğinden “yukarı iller”de dolaşması tesadüfî
değildir. Nitekim Tapduk Emre, Rumeli’ne ve özellikle tarikat
silsilesinde adı geçen Sarı Saltuk’un ikamet ettiği Varna
Zâviyesi’ne de bazı dervişlerini göndermiştir. Yûnus’un
Horasan’dan Anadolu’ya gelen ve yine yukarı illere geri dönen
bir derviş olduğu yönündeki görüş ise (İlaydın, sy. 384 [1983],
s. 522) doğru değildir.
Mürşidi ve Tarikatı. Yûnus Emre’nin mürşidi Tapduk
Emre’dir, ancak tarikatı kesin olarak belli değildir; bu konuda
da değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım araştırmacılar
Yûnus’un tarikat pîrlerini Horasan’a bağlarken onun Nakşî,
Halvetî, Mevlevî olduğunu veya Kādirîliğe mensup bulunduğunu
söylemiştir. Bunların içinde üzerinde en fazla durulan
tarikatlar Mevlevîlik’le Bektaşîlik’tir. Yûnus, divanında
tarikat silsilesini Tapduk Emre, Barak Baba ve Sarı Saltuk
şeklinde kaydetmiştir. Saltuknâme’de Tapduk Emre’nin Sarı Saltuk
ve Yûnus Emre ile görüştüğü belirtilir (Ocak, Sarı Saltık, s.
78). Ancak gerek Barak Baba’nın gerekse Sarı Saltuk’un gerçek
kimlikleri ve tarikatları da bilinmemekte, Vilâyetnâme’de Barak,
Hacı Bektâş-ı Velî’nin halifesi diye gösterilmektedir. İbn
Battûta’nın eserinde, Sarı Saltuk’un şeriata aykırı bazı
fikirlerinin olduğuna dair rivayetler yer almaktadır (Ocak,
Toplumsal Tarih, sy. 97 [2002], s. 29). Ebülhayr Rûmî’nin
Saltuknâme’sinde ise Sarı Saltuk kâfirler ve Râfizîler’le
savaşan Sünnî ve Hanefî bir velî şeklinde tanıtılır. Yûnus
Emre’nin divanında on iki imamın adının hiç geçmemesi de onun
Sünnîliğini gösterebilir. Kaynaklarda Sarı Saltuk’un Hacı Bektâş-ı
Velî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Tapduk Emre ile görüştüğü
belirtilmektedir. Fakat Sarı Saltuk’un intisabı konusu
karışıktır. Franz Babinger’e göre Sarı Saltuk, Şiî-Bâtınî
hareketlere katılmıştır (İA, X, 221). Mutaassıp bir Sünnî olan
Niğdeli Kadı Ahmed’e göre ise Tapduk Emre ve yetiştirdiği
dervişler her şeyi mubah ve meşrû gören (mubâhî), bâtıl mezhep
ve meşrep sahibi sapık sûfîlerdir (el-Veledü’ş-şefîk, vr. 21b).
Yûnus Emre’nin ve Tapduk Emre’nin Bektaşî olabileceği hususunda
da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazı kaynaklarda Hacı
Bektâş-ı Velî’ye bağlanan Yûnus ve Tapduk Emre, Hacı Bektâş-ı
Velî’nin Ahmed Yesevî ile münasebeti dolayısıyla Yeseviyye
mensubu olarak gösterilir. Ahmed Yesevî’nin 1166 yılında öldüğü,
Hacı Bektâş-ı Velî’nin ise 1210 yıllarında doğduğu göz önüne
alınınca Vilâyetnâme’nin yeniden yorumlanması gerekir. Burada
yazılanlardan hareketle Hacı Bektâş-ı Velî’nin Ahmed Yesevî’nin
dervişleri arasında yer aldığını kabul etmek tarihen mümkün
değildir. Söz konusu mânevî bağ doğru ise Yesevî ile Hacı Bektaş
arasında Lokmân-ı Perende ile birlikte birkaç isim daha
olmalıdır. Yûnus Emre şiirlerinde Hacı Bektâş-ı Velî’den
doğrudan söz etmez. Vilâyetnâme’de Tapduk Emre’nin Hacı Bektâş-ı
Velî ile münasebetine yer verilirse de bu münasebet Tapduk’un
Hacı Bektâş-ı Velî’ye mensubiyetini göstermez. Gölpınarlı’ya
göre Hacı Bektaş’tan hiç söz etmeyen Yûnus Bektaşî değildir.
Hatta Sarı Saltuk’un, Barak Baba’nın ve Tapduk Emre’nin de Hacı
Bektâş-ı Velî ile alâkası yoktur (Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân,
s. XIII). Yûnus ve Tapduk Emre, Kalenderî mizaca sahip olmakla
birlikte Bâtınî bir erkâna bağlı değildir. Yûnus’un seyahati
sırasında konakladığı Yukarı Azerbaycan’daki Zâhidiye çevresi
Ahî Mîrem’i de yetiştirmiştir. Dolayısıyla Ahî Mîrem’in
Anadolu’ya gelip Tapduk Emre’den kalan bir zâviyede irşadda
bulunması mümkündür. Bu durumda Yûnus Emrem ile Ahî Mîrem’in
kabirleri karıştırılmış olmalıdır. Yûnus’un seyahat esnasında
Tebriz’den Nahcıvan’a, oradan Gâh’a gittiği yahut Anadolu’dan
Gâh’a, buradan da Nahcıvan ve Tebriz’e geçtiği düşünülebilir (Tatcı,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, sy. 58
[2011], s. 155-170). Neticede Yûnus Emre’nin Tapduk Emre ve
Barak Baba vasıtasıyla Sarı Saltuk’a ulaşan silsilesinin Hacı
Bektâş-ı Velî ile alâkasının belli olmadığı söylenebilir.
Vefatı. Yûnus Emre şiirlerinde kendisini “şairler
kocası”, “bir âşık koca” diye niteleyerek uzun bir ömür
sürdüğünü îmâ eder. Yûnus’un vefat tarihi ve kabriyle ilgili
bilgiler de uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Mehmet Nâil
Tuman, Yûnus Emre’nin vefat tarihinin bazı kaynaklarda 828
(1425), bazılarında 843 (1439) olarak verildiğini kaydeder (Tuhfe-i
Nâilî, II, 1229-1230). Bursalı Mehmed Tâhir, bir kısım
kaynaklarda Yûnus’un vefat tarihinin “gülşen-i tevhîd”
terkibinin karşılığı olan 843 (1439) şeklinde verildiğini, ancak
risâlesindeki, “Târih dahı yedi yüz yedi idi/Yûnus cânı bu yolda
kodu idi” beytine göre bu tarihten çok önce vefat etmiş olması
gerektiğini söyler (Aydın Vilâyetine Mensub Meşâyih, s. 31;
Osmanlı Müellifleri, I, 193). Bazı araştırmacılar, Yûnus’un
Risâletü’n-nushiyye’sini tamamladığı 707 (1307) yılını tarikata
intisap ettiği yıl olarak değerlendirip Beyazıt Devlet
Kütüphanesi’ndeki belgede kayıtlı vefat tarihini (720/1320)
doğru kabul etmemekte, bu tarihten sonra öldüğünü ileri
sürmektedir (Öztelli, Belgelerle Yûnus Emre, s. 6-7). Yûnus’un
1307’de tarikata girdiğini söyleyen Hikmet İlaydın seksen yıl
kadar yaşadığını düşünerek 1352-1362 arasında vefat ettiğini
ileri sürer (TDl., sy. 384 [1983], s. 517). Bu görüşü
destekleyen Âşıkpaşazâde gibi bir kaynak varsa da bu iddia,
Yûnus’un eseriyle Adnan Erzi’nin yayımladığı tarih ve
Vilâyetnâme’deki rivayetlere uymamaktadır. M. Fuad Köprülü,
Adnan Erzi’nin 1950’de neşrettiği belgeden sonra Yûnus’un vefat
tarihinin 1320 olduğunu kabul etmiştir. Anadolu’nun pek çok
yerinde ve Azerbaycan’da Yûnus’a ait mezar ve makamlar
mevcuttur. Bunlar Yûnus’un seyahat ettiği yerlerdeki sohbetlere
katıldığını, çok sevildiğini ve hâtırasının yaşatıldığını
gösterir. Muhtemelen bazı seyahatlerinde mürşidi Tapduk Emre ile
beraber bulunduğundan destanî hayatları sevenlerinin
tahayyülünde yaşamış ve yaşatılmıştır (Köprülü, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 274). Fuad Köprülü’nün
başlattığı Yûnus Emre araştırmalarıyla birlikte Anadolu’nun
çeşitli yerlerindeki ona ait mezarlardan üçünün Yûnus’un gerçek
mezarı olduğu iddiası gündeme gelmiş ve bu iddia zaman zaman
büyük tartışmalara yol açmış, konuyla ilgili çoğu popüler
nitelikte birçok yazı yayımlanmıştır. Anadolu’da Yûnus’un
mezarının bulunduğu söylenen yerler şunlardır: Eskişehir Sarıköy
(şimdi Yûnusemre köyü), Karaman, Aksaray Ortaköy, Bursa, Manisa
Kula Emresultan köyü, Erzurum Dutçu (Düzcü) köyü, Isparta
Keçiborlu, Afyon Sandıklı, Ankara Nallıhan Emremsultan köyü,
Ünye ve Sivas. Bunların yanında Azerbaycan’ın Gâh bölgesinde de
bir makam mevcuttur. Bazı kaynaklarda Yûnus’un mezarının
Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’de olduğu belirtilmektir
(meselâ bk. Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, s. 49; Lâmiî, s. 691;
Mecdî, s. 78; Şeyh Baba Yûsuf Sivrihisârî, s. 529). Sarıköy’deki
mezar Ankara-Eskişehir demiryolu hattının yapılması esnasında 6
Mayıs 1946 tarihinde açılmış, kabirdeki bakiyeler geçici mezara
nakledilmiş, 1970’te yeni yapılan bir anıtmezarla bugünkü yerine
getirilmiştir. Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk K.
Timurtaş da Yûnus’un mezarının burada yer aldığını kabul
ederler.
Eserleri. 1. Risâletü’n-nushiyye. 707 (1307) yılında
mesnevi şeklinde yazılmış 600 beyitlik bir risâle olup Yûnus’un
seyrüsülûk ehline öğütlerini içerir. Risâle “fâilâtün fâilâtün
fâilün” vezniyle yazılmış on üç beyitlik bir nazımla başlar ve
kısa mensur bir bölümle devam eder. Asıl mesnevi “mefâîlün
mefâîlün feûlün” veznindedir. Risâletü’n-nushiyye, Yûnus’un
ilâhilerine nisbetle daha az şiir özelliğine sahip bir eserdir
ve Anadolu sahasında yazılmış tasavvufî muhtevalı ilk özgün
nasihatnâmelerden biridir (eserle ilgili bazı değerlendirmeler
için bk. Kaplan, XXI [1973], s. 65-82; Kissling, s. 160-164;
Ayan, s. 121-126). Eserin Latin harfleriyle çeşitli neşirleri
yapılmıştır: Yunus Emre Risâlat al-Nushiyya ve Dîvân (haz.
Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1965; Yunus Emre Divan ve
Risâletü’n-nushiyye adıyla, 2. bs., İstanbul 1991); Yunus Emre
Divanı ve Risaletü’n-Nushiyye (haz. Yusuf Subaşı, İstanbul
1983); Yunus Emre Dîvânı III: Risâletü’n-nushiyye: Tenkitli
Metin (haz. Mustafa Tatcı, Ankara 2008); Yûnus Emre: Dîvân ve
Risâletü’n-nushiyye: Âşık Yûnus’tan Seçmeler (haz. Mustafa Tatcı,
İstanbul 2008); Risaletü’n-nushiyye (haz. Osman Horata - Umay
Günay, Ankara 1994). 2. Divan. Tertibi hakkındaki en eski tarih
Şinasi Tekin’in bir mecmuaya dayanarak verdiği 707 (1307)
yılıdır (bk. bibl.). Birçok nüshası içinde en eskilerinin XIV.
yüzyıla kadar geriye gittiği tahmin edilmektedir (meselâ Ritter
nüshası [XIV. yüzyıl], Raif Yelkenci nüshası [XIV veya XV.
yüzyıl], Fâtih nüshası [tahminen XV. yüzyıl], Yahyâ Efendi
nüshası [XVI. yüzyıl], Nuruosmaniye nüshası [1540]). Daha
sonraki dönemlerde istinsah edilen divanlara “Yûnus” mahlaslı
başka şairlerin şiirlerinin de karıştığı görülür. Divan
yazmalarında mevcut pek çok istinsah hatası, beyit ve mısraların
yer değiştirmesi, birbirine karışıp iç içe giren veya ikiye, üçe
bölünen şiirler, aynı şiirin farklı yazmalarda değişik beyit
sayılarıyla kaydedilmesi divanın tertibinde dikkatle ele
alınması gereken hususlardır. Diğer bir mesele de hangi
şiirlerin Yûnus Emre’ye, hangilerinin Âşık Yûnus’a veya başka
bir Yûnus’a ait olduğunun tesbit edilmesidir. Bundan dolayı
bugüne kadar tam bir Yûnus Emre divanı ortaya konulamamıştır.
Yûnus’un şiirleriyle ilgili araştırmalarda divan nüshalarından
başka mecmua ve cönklerin de incelenmesi gerekir; zira
mecmualarda Yûnus’a ait şiirlere rastlanmaktadır. Bu eserler
henüz sistemli biçimde taranmadığından bunlardan bir bütün
halinde faydalanılamamıştır. Söz konusu mecmualar arasında Grek
harfleriyle kaleme alınan 1480 tarihli bir yazma da
bulunmaktadır. II. Murad devrinde Türkler’e esir düşen György (Georg)
adlı bir Macar tarafından yazılan Tractatus adlı eserde “Yûnus”
mahlasıyla iki ilâhi kaydedilmiştir (Tekin, III/8 [1987], s.
367-392). Yûnus’un ilâhileri daha söylenip yazıldığı tarihten
itibaren dilden dile dolaşmaya, ezberlenip okunmaya başlanmış,
XIV. yüzyıldan itibaren abdalân-ı Rûm vasıtasıyla Osmanlı
fetihlerine paralel şekilde bütün Türk-İslâm coğrafyasına
yayılmıştır. Akıncı ocaklarında ve zâviyelerde besteli Yûnus
ilâhilerinin okunduğu tahmin edilmektedir. Günümüzde Anadolu’dan
Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada müslüman Türk kültürünün
izlerinin sürmesinde Yûnus’un ilâhilerinin büyük etkisi vardır.
Bunlar aynı zamanda asırlardan beri Anadolu’da ve Rumeli’de
faaliyet gösteren tarikatların ortak düşüncesi ve sesi haline
gelmiştir.
Yûnus’un 417 şiirinden 138’i aruz, diğerleri hece vezniyle
yazılmıştır. Aruzla kaleme alınan şiirlerdeki kusurlar biraz da
o devirde veznin henüz yeterince işlenmemiş olmasından
kaynaklanmaktadır. Şiirlerin çoğunluğu beyit esasına göre, bir
kısmı da musammat tarzında tertip edilmiştir. Bu sebeple aruzla
veya heceyle yazılan bazı gazeller ikiye bölündüğünde her beyit
kıta şekline de girebilmektedir. Musammatlar genelde
“müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün müstef‘ilün” vezniyle
kaleme alınmıştır. Heceyle söylenen şiirler şeklen gazele
benzediğinden bunlara “heceli gazel” demek mümkündür. Böylece
Yûnus Emre ilk defa gazeli hece veznine uyarlayıp yeni bir şekil
ortaya koymuş, daha sonraki mutasavvıf şairleri de bu
gazelleriyle etkilemiştir. Yûnus Emre’yi kullandığı dile bakarak
bir halk şairi yahut divan şairi saymak doğru değildir. Kafiyeyi
bir ses estetiği olarak değerlendirip benzeşen her türlü sesle
kafiye yapan Yûnus’ta kulak kafiyesinin esas olduğu
görülmektedir. Divanda bir küçük mesnevi dışında bütün
ilâhilerin kafiye şeması aa-ba-ca-da ... yani gazel şeklindedir.
Yûnus’un kafiyeye titizlikle riayet ettiği söylenemez. Divanda
şathiyye/münâcât türünde yirmi sekiz beyitlik bir manzumenin
dışındaki şiirlerin şekliyle ilgili çeşitli görüşler ileri
sürülse de Yûnus’un şiirleri semâi ve gazel tarzında kaleme
alınmıştır. Cönk ve mecmualarda “ilâhi, nefes, nutuk” başlıkları
altında kaydedilen şiirleri farklı birer edebî tür değildir.
İlâhi, nefes ve nutuk, seyrüsülûk ile fenâ ve tevhid makamlarına
yükselerek bekāda karar kılan mutasavvıf şairlerin “Hak ve
hakikatten söyledikleri” kelâmlardır. Divanda münâcât, na‘t,
istişfâ, mi‘râciyye, nasihatnâme, vücudnâme, yaşnâme, baharnâme
ve lugaz” denebilecek türden şiirlere rastlanmaktaysa da bütün
bu konular ilâhi başlığı altında değerlendirilebilecek
niteliktedir. İbrâhim Hâs da Tezkire’sinde Yûnus’un şiirleri
için ilâhi demektedir (vr. 39a, 169b).
Yûnus Emre’nin divanının başlıca neşirleri şunlardır: 1)
Burhan Ü. Toprak, Yunus Emre Divanı (I-III, İstanbul 1933-1934).
Eserde Yûnus’a ait olduğu belirtilen 355 şiire yer verilmiştir.
Burhan Toprak, daha sonra tesbit ettiği 350 şiirden ancak
115’inin Yûnus Emre’ye ait olabileceği kanaatine varıp divanı
yeni bir değerlendirmeyle tekrar yayımlamıştır (Yunus Emre
Divanı, İstanbul 1950). 2) Naci Kasım, Tam ve Tekmil Yûnus Emre
Dîvânı (İstanbul 1969). Arap harfleriyle neşredilen Dîvân-ı Âşık
Yûnus’un yeni harflerle yayımıdır. Birçok okuma hatasının
bulunduğu bu neşirdeki şiirlerden bazıları Yûnus’a ait değildir.
3) Cahit Öztelli, Yûnus Emre: Bütün Şiirleri (İstanbul 1971;
Yûnus Emre, Yaşamı ve Bütün Şiirleri, İstanbul 1986, 3. bs.).
273 şiirin yer aldığı yayında filolojik hususlara hiç dikkat
edilmediği gibi kullanılan yazmalar ve nüsha farkları
belirtilmemiştir. 4) Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Divanı (I,
İstanbul 1943; II-III, İstanbul 1948). Divanın ilk ciddi neşri
sayılmaktadır. Gölpınarlı daha sonra, Fâtih nüshasını esas alıp
diğer bazı nüshalarla birkaç mecmuadan şiirler ilâve ederek
Yunus Emre Risâlat al-Nushiyye ve Dîvân adıyla (İstanbul 1965)
bir neşir daha gerçekleştirmiştir. Gölpınarlı’nın, “Yûnus
davasını kökünden halletmiştir” dediği bu neşirde metin
farklılıklarının gösterilmediği, tek yazmaya dayandığı için
mısra değişmeleri, beyit fazlalıkları ve istinsah hataları gibi
problemlerin giderilemediği görülmektedir. 5) Faruk Kadri
Timurtaş, Yunus Emre Divanı (İstanbul 1972). Yûnus’a ait 192,
Âşık Yûnus’a ait on beş şiirin yer aldığı eser biraz daha
genişletilerek tekrar yayımlanmıştır (Ankara 1980, 1986, 1989).
Son neşirde Yûnus’a ait 326, Âşık Yûnus’a ait otuz yedi şiir
bulunmaktadır. 6. Mustafa Tatcı, Yunus Emre Divanı I: İnceleme
(Ankara 1990); Yunus Emre Divanı II: Tenkitli Metin (Ankara
1990); Yûnus Emre Külliyatı, Yûnus Emre Divanı-Tenkitli Metin
(İstanbul 2008). Tatcı’nın doktora çalışmasına dayanan bu
neşirde divanın tenkitli metni ortaya konmuş, dil ve üslûp
özellikleri incelenmiştir. Ayrıca Yûnus’a ve Âşık Yûnus’a ait
şiirler birbirinden ayrılmış, kurulan bu metinden hareketle
tahlil çalışmaları yapılmıştır.
Şiirlerin Şerhleri ve Üslûbu. Yûnus Emre’nin bazı
şiirleri şerhedilmiştir. Bunların başında, “Çıktım erik dalına
...” diye başlayan şathiyyesi gelir. En tanınmış şerhi Niyâzî-i
Mısrî’ye ait olan şiir Şeyhzâde Mehmed Efendi, İsmâil Hakkı
Bursevî, İbrâhim Hâs, Şeyh Ali Nakşibendî, Bekir Sıdkı Visâlî
Efendi ve Şevket Turgut Çulpan tarafından da şerhedilmiştir.
Bunlardan Mısrî, Şeyhzâde ve Bursevî’ye ait şerhleri Suat Ak
yayımlamıştır (İstanbul 2012). Bu şiirin şerhine dair Emine
Sevim’in hazırladığı yüksek lisans tezi Yûnus Emre’nin Şahsiyeti
ve Yûnus Emre Şerhleri adıyla neşredilmiştir (Necla Pekolcay’la
birlikte, Ankara 1991). Söz konusu şerhlerin tamamı Mustafa
Tatcı tarafından bir eserde toplanmış (Yûnus Emre Şerhleri,
Yûnus Emre Külliyatı içinde, İstanbul 2008), Yûnus Emre’nin
şiirlerinin yorumlanmasıyla ilgili en geniş çalışmayı da Mustafa
Tatcı gerçekleştirmiştir. Önce dört cilt halinde basılan şerhler
(İşitin Ey Yârenler, İstanbul 2009; Aşk Bir Güneşe Benzer,
İstanbul 2009; Dervîşler Hümâ Kuşu, İstanbul 2009; Aşk İmâmdır
Bize, İstanbul 2010) daha sonra daha da genişletilerek tek
ciltte toplanmıştır (İşitin Ey Yârenler, İstanbul 2012).
Öte yandan Yûnus Emre, Eski Anadolu Türkçesi’nin oluşumunda çok
önemli rol oynayan ilk Türk şairidir. Onun kullandığı kelimeler
ve ifade kalıpları, bunlara yüklediği anlamlar ve mecazlar
Türkçe’nin edebî bir dil haline gelmesi yolunda büyük bir
merhaledir. Esasen Yûnus’u diğer mutasavvıf şairlerden ayıran
özelliği de budur. Süleyman Şeyhî, Yûnus’tan sonra gelen
şairlerin onun gibi şiir söylemeye muvaffak olamadıklarını
kaydederken (Bahrü’l-velâye, vr. 143b) İsmâil Hakkı Bursevî,
“Şeyh Yûnus bu lisanın hatmidir. Zira ondan sonra gelen erbâb-ı
mezâkın her biri onun mezâkı üzerine gitmiş, nazımda onu taklit
etmiştir” der (Şerh-i Ebyât-ı Yûnus Emre, vr. 41a). Yûnus’tan
önce sözlü bir edebiyat varsa da Anadolu’da gelişen Batı
Türkçesi’yle ilk ve en güzel şiirleri Yûnus ortaya koymuş,
şifahî birikimden yararlanarak dili sanatkârane bir üslûpla
işleyip Türkçe’de bir tasavvuf dili oluşturmuştur. Yûnus’un sade
dilinde yer alan, devrin Türkçe’sinde kullanılan Arapça ve
Farsça kelimelerden bazıları Türkçe fonetiğe uydurulmuştur.
Ayrıca onun divanında günümüzde kullanılmayan (arkaik) birçok
kelime mevcuttur. Şiirlerinde dönemin kültürünü yansıtan dinî
terim ve kavramların yanında çok sayıda halk söyleyişi ve deyim
de vardır. Yûnus Emre’nin fikirleri Gülşehrî, Kaygusuz Abdal,
Âşık Paşa ve Ahmed Fakih’ten farklı değildir. Ancak o Türkçe’ye
getirdiği değişik bir sesle ve kelimelere yüklediği anlamlarla
onlardan ayrılır. İlâhilerinin asırlarca okunup günümüze
ulaşmasının sebebi şiirlerine hâkim olan bu üslûptur (Timurtaş,
II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, II,
405-412; ayrıca bk. Mansuroğlu, I/1 [1946], s. 9-17; IV/3
[1951], s. 215-219; Banarlı, III/7 [1974], s. 37-46).
Düşünceleri. Türk tasavvuf edebiyatı sahasında kendine
has bir tarzın kurucusu olan Yûnus Emre, Ahmed Yesevî ile
başlayan tekke şiiri geleneğini özgün bir söyleyişle Anadolu’da
yeniden ortaya koymuş ve Rumeli coğrafyasında gelişen tasavvuf
edebiyatı ondan büyük ölçüde etkilenmiştir. Yûnus tasavvufî
düşünceyi derinden kavrayıp yaşamış, ilâhilerinde samimiyeti,
heyecan ve aşkıyla derinlikli, akıcı bir üslûba ulaşmış, bütün
insanlığı ilâhî aşka, kardeşliğe, merhamet ve şefkate davet
etmiş, insan olmanın, kendini bilmenin, Cenâb-ı Hakk’a ulaşmanın
şartlarını ve yollarını anlatmıştır. Onu panteist, mistik veya
hümanist kabul etmek yahut bu düşüncelerin temsilcilerine yakın
görmek isabetli değildir. Her şeyden önce Yûnus’un tasavvuf
anlayışı Kur’an ve Sünnet’e, kendisinden önce yaşayan
mutasavvıfların düşüncelerine ve tecrübelerine dayanır. Gerçekte
Yûnus’un sevgi temeli üzerine kurulu düşünce dünyası insanı
sevme noktasında kalmayıp Allah sevgisine uzanır. Ondaki sevgi
kademe kademe zerreden küreye bütün varlığı içine alan ilâhî bir
sevgiye dönüşür. Şiirlerinde çevresinden, tabiattan, insanî
değerlerden bazı örnekler verse de Yûnus hiçbir zaman maddî
unsurları amaç edinmemiştir. Her şeyin özünde mevcut mutlak
varlık olunca varlıklara ve insana verilen değer de Allah için
olmaktadır. Onun tarif ettiği insan Hz. Peygamber’in şahsında
temsil edilen “insân-ı kâmil”dir (er kişi). Bu insan yaratılış
gayesi olan ilâhî ahlâka ulaşmış, üstün özelliklerle
donanmıştır. Yûnus’a göre ahlâk insana yakışmayan davranışları
terkedip ilâhî yaratılıştaki asla (fıtrat-ı asliyye)
yönelmektir. Ahlâkî olmayan davranışlar Yûnus’un dilinde hayvanî
nefse ait “yaramaz” kelimesiyle ifade edilir. Yaramaz
davranışların yararlı hale dönüştürülmesi insân-ı kâmil olmanın
esasıdır. Kâmil insan aşk ile Allah’a ulaşmış, ilâhî ahlâkla
ahlâklanmıştır. Yûnus’un tanımını yaptığı ikinci insan tipi iyi
ile kötü, güzel ile çirkin gibi ikilikler arasında bocalayan
sûfî veya gerçek sevgiyi bilmeyen âşık tipidir. Böyle kişilerin
davranışları dramatiktir. Yûnus Emre insân-ı kâmilin üstün
özelliklerini sayarak insanların bu mertebeye ulaşmasını ister
ve onları aşka, ilâhî fakra ve tevhide davet eder. Bunun için
izlenecek yol bellidir: Tapduk Emre’nin izinden yürümek ve onun
mânevî şahsında temsil ettiği Muhammedî ahlâkın rengine boyanıp
benlikten geçmek, “fenâ fillâh”a ulaşmak. Ancak mâna yolu nefs-i
emmâresine yenik düşen insanlara kapalıdır. Yûnus bu kişiler
için, “Bir zerre aşkı olmayan belli bilin yabandadır”; “Aşkı
olmayan gönül misâl-i taşa benzer”; “Bu hayale aldanan otlar
davara benzer” der. Yûnus tevhid ehli bir mutasavvıftır. Ona
göre varlık tektir, mutlak varlık Allah’tır. Eşya Hakk’ın esmâ,
ef‘âl ve sıfatlarının tecellisidir. Eşyanın kendine ait müstakil
bir varlığı yoktur. Varlıklara bağımsız bir vücut nisbet etmek
insanı şirke götürür. Bu sebeple, “Benden benliğim gitti hep
mülkümü dost tuttu” der. Ledün ilmi insanın benliğinden sıyrılıp
kurtulmasıyla başlar. İnsanı insan yapan öz yaratılışındaki aşk
cevheridir. Aşk var olmanın sebebidir; kulun eksiklerini
tamamlayan, onu Hakk’a lâyık kılan bir cevherdir. Yûnus kesrette
vahdet idraki içinde yaşamış bir erendir. Düşüncelerini
yorumlarken onun Kur’an ve Sünnet’e bağlılığını göz ardı etmemek
gerekir. Lâmiî Çelebi, “Yûnus’un şiiri baştan başa tevhid
sırlarıyla dolu remizlerdir” der (Nefehât Tercemesi, s. 691),
Âşık Çelebi onu, “Yûnus irfan mektebinde okuyan bir ârif, sözü
hâle dönüştüren bir Allah dostu ve sır sahiplerinin sırlarını
açıklayan bir dilin sahibidir” sözleriyle tanıtır (Meşâirü’ş-şuarâ,
II, 689). Süleyman Şeyhî de Türkçe ibarelerle gazel ve ilâhi
tarzında pek çok tasavvufî sırrı açıkladığını söyler (Bahrü’l-velâye,
vr. 143b). Yûnus’un divanında âyet ve hadislerden, klasik dönem
mutasavvıflarından ve halk kahramanlarından pek çok alıntı
vardır. Onun şiirlerinde sosyal olayların ve mahallî hayatın
izlerini görmek mümkündür. Yûnus’un sanatı tefekkürünü,
tefekkürü sanatını örtmez. Düşünceleri şiirin sınırlı yapısı
içinde kaybolup gitmez. Şiirlerindeki öğreticilik insana
bıkkınlık vermez. Çeşitli aşk halleriyle hallenen Yûnus’un
şairliğini ispat etmek gibi bir düşüncesi de yoktur; zira Hak
sırrının peşindeydi, sabırla aradığını bulmuş ve “Hak’tan gelen
şerbeti içmiştir.”
Literatür. 1. Hayatı ve tasavvufî kişiliği: H. Baki
Kunter, Yûnus Emre-Bilgiler-Belgeler (Eskişehir 1966); Memet
Fuat, Yûnus Emre (İstanbul 1971, 5. bs., 2007); Sabahattin
Eyüboğlu, Yûnus Emre (İstanbul 1973); Cahit Öztelli, Belgelerle
Yûnus Emre (Ankara 1977); Yûnus Emre (İstanbul 1986); İsmail
Tosun, Yûnus Emre ve Hocası Tapduk Emre’nin Yaşam Öyküsü (İzmir
1981); N. Ziya Bakırcıoğlu, Yunus Emre Divanı (İstanbul 1981);
Mustafa Uzun, Çağrı: Yunus’dan Seçme Şiirler (İstanbul 1981);
Refik Soykut, Emrem Yûnus (Ankara 1982); Abdullah Rıza Ergüven,
Yunus Emre (İstanbul 1982, 2001); Kul Sadi, İrfan ve Yûnus Emre
(İstanbul 1983); Cevdet Kudret, Yûnus Emre (3. bs., İstanbul
1985); İlhan Başgöz, Yunus Emre (İstanbul 1990, 3. bs., 2003);
Önder Göçgün, Dünden Bugüne Yûnus Emre (Ankara 1995); Hikmet
İlaydın, Yûnus Şiirinden Günümüze Yaklaştırmalar-Korkma Ebedî
Varsın (Ankara 1998); Azmi Bilgin, Yûnus Emre (İstanbul 2000);
Talat Sait Halman, A’dan Z’ye Yûnus Emre (İstanbul 2003);
Cengizhan Orakçı, Yûnus Emre Divanı’ndan Seçmeler (Konya 2005);
Hayati Develi, Yûnus Emre Divanı’ndan Seçmeler (İstanbul 2011).
2. Doktora çalışmaları: Behçet Dede, Yunus Emre’nin Eserlerinin
Tahlili (1990, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü);
Mustafa Tatcı, Yûnus Emre Divanı (inceleme-metin, I-II, 1990,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü); Said Khourchid
(Sait Hurşid), La langue de Yunus Emre: Contribution à
l’histoire du turc pré-Ottoman (Ankara 1991); Mustafa Taşpınar,
Yunus Emre ve Meister Eckhart’ta İnsan Sevgisi (1992, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). Bildiri kitapları:
Uluslararası Yunus Emre Semineri-Bildiriler: 6-7-8
Eylül-İstanbul 1971 (İstanbul 1971); Uluslararası Yûnus Emre,
Nasreddin Hoca, Karamanoğlu Mehmet Bey ve Türk Dili Semineri
Bildirileri: 10-12 Haziran 1977, Konya Mevlana Enstitüsü (Ankara
1977, s. 1-149); II. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri
Bildirileri (Ankara 1987); Yunus Emre Sempozyumu (Bildiriler),
2-5 Mayıs 1988 (Ankara 1990); IV. Milletlerarası Türk Halk
Kültürü Kongresi Bildirileri: Yûnus Emre Seksiyonu (Ankara
1991); Yunus Emre Sempozyumu: Bildiriler (İstanbul 1991)
(İstanbul 1992); Yûnus Emre Sempozyumu: Bildiriler, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2 Mayıs
1991 (İstanbul 1992); 454. Manisa Geleneksel Mesir Şenlikleri 1.
Ulusal Yunus Emre Sempozyumu (Ankara 1995); Uluslararası Yûnus
Emre Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 7-10 Ekim 1991) (Ankara
1995); Aksaray Üniversitesi I. Uluslararası Yûnus Emre
Sempozyumu Bildiri Kitabı (Aksaray 2009); Uluslararası Türklük
Bilgisi Sempozyumu, 25-27 Nisan 2007 (I-II, Erzurum 2009); X.
Uluslararası Yunus Emre Sevgi Bilgi Şöleni Bildirileri (06-08
Mayıs 2010) (haz. Erdoğan Boz, Eskişehir 2011); Doğumunun 770.
Yıldönümünde Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu-Bildirileri (ed.
Hacı Bayram Başer, İstanbul 2010); I. Ulusal Yûnus Emre
Sempozyumu (22-23 Mayıs 2009) (Karaman 2010). 3. Bibliyografik
çalışmalar: Türker Acaroğlu, “Yunus Emre İçin Bir Bibliyografya
Denemesi” (Kitap Belleten, sy. 4 [İstanbul 1963], s. 8-10; Emre,
I/1[Eskişehir 1964], s. 21-24; II/15 [1965], s. 23-25); Fethi
Erden, “Yunus Emre Bibliyografyası” (Türk Yurdu, V/319 [Ankara
1966], s. 188-198); Cahit Öztelli, “Yeni Bir Yunus Emre
Bibliyografyası” (Türk Folklor Araştırmaları, XIII/253 [İstanbul
1970], s. 5698-5699); Ferit Rağıp Tuncor, “Bibliyografya” (Türk
Edebiyatı, I/5 [İstanbul 1972], s. 40-43); İsmet Binark - Nejat
Sefercioğlu, “Yunus Emre Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi’ne
Ek” (Türk Kültürü, XIV/167 [Ankara 1976], s. 47-74); İrfan Ünver
Nasrattınoğlu, “Yunus Emre Bibliyografyalarına Ek” (Türk
Kültürü, XVI/184 [Ankara 1978], s. 51-59); Mustafa Can, “Yunus
Emre Bibliyografyası” (Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Edebiyat Dergisi, sy. 4 [Konya 1987], s. 301-319);
Süleyman Tülücü, “1991-1997 Yılları Arasında Yûnus Emre Üzerine
Yayınlanmış Bazı Kitaplar” (EKEV-Akademi Dergisi, I/2 [İstanbul
1998], s. 107-115); İsmet Binark - Nejat Sefercioğlu, Yunus Emre
Hakkında Bir Bibliyografya Denemesi: Kitap, Makale (Ankara
1970); Mustafa Tatcı, Yûnus Emre Bibliyografyası (Ankara 1988);
Yûnus Emre-Makalelerden Seçmeler (der. Hüseyin Özbay - Mustafa
Tatcı, İstanbul 1994).
Yûnus Emre’nin bestelenmiş ilâhileri konusundaki en önemli
çalışma Cemalettin Server Revnakoğlu’nun “Yûnus’un Bestelenmiş
İlâhileri Nerede ve Nasıl Okunurdu?” başlıklı makalesidir (Türk
Yurdu, İstanbul 1966, V, 319, s. 128-137). En beğenilen Yûnus
ilâhilerinin notaları ise Yûnus İlâhîleri Güldestesi (der.
Cüneyt Kosal, Ankara 1991) ve Besteleriyle Yûnus Emre İlâhîleri
(der. Ahmet Hatiboğlu, Ankara 1993) adlı eserlerde bir araya
getirilmiştir. Yûnus Emre çeşitli tiyatro oyunlarına, televizyon
filmlerine ve birkaç romana da konu olmuştur. Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Eskişehir Valiliği 2013 yılını “Yunus Emre Yılı”
ilân etmiş ve bunun için 2012 yılında “Yunus Emre Tiyatro Oyunu
Yarışması” ve “Yunus Emre Roman Yarışması” adıyla iki yarışma
açmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Yûnus Emre Dîvânı (haz. Faruk Kadri Timurtaş), İstanbul 1972;
Hacı Bektâş-ı Velî, Vilâyetnâme, DİB Ktp., nr. 714, vr. 128a; a.mlf.,
Velâyetnâme (haz. Hamiye Duran), Ankara 2007, s. 157-165,
185-186, 385, 558; Hünkâr Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi (haz.
Hamiye Duran - Dursun Gümüşoğlu), Ankara 2010, s. 223-224;
Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî: Vilâyetnâme (haz. Abdülbaki
Gölpınarlı), İstanbul 1958, s. 48-49, 87-90; Niğdeli Kadı Ahmed,
el-Veledü’ş-şefîk, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4518, vr. 21b;
İbn Battûta, Voyages, II, 416; Âşıkpaşaoğlu Tarihi (haz. Nihal
Atsız), Ankara 1985, s. 193-194; Ebülhayr Rûmî, Saltuknâme (haz.
Şükrü Halûk Akalın), Ankara 1987-88, I-II; Lâmiî, Nefehât
Tercümesi, s. 691; Şeyh Baba Yûsuf Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb
(haz. Ahmet Kartal), Eskişehir 2000, s. 529; Taşköprizâde,
Osmanlı Bilginleri: eş-Şakâiku’n-nu’mâniyye fî-ulemâi’d-devleti’l-Osmâniyye
(trc. Muharrem Tan), İstanbul 2007, s. 69; Âşık Çelebi,
Meşâirü’ş-şuarâ (haz. Filiz Kılıç), İstanbul 2010, II, 689;
Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 78; Aziz Mahmud Hüdâyî, Vâķı'ât-ı
Üftâde, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 574, s. 91, 237,
256, 274, 374; Baldırzâde Mehmed Efendi, Vefeyâtnâme,
Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 4a; a.mlf., Ravza-i
Evliyâ (haz. Mefail Hızlı - Murat Yurtsever), Bursa 2000, s. 73;
İsmâil Hakkı Bursevî, Rûĥu’l-beyân, İstanbul 1306, I, 171; a.mlf.,
Şerh-i Ebyât-ı Yûnus Emre, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr.
1521/2, vr. 40b, 41a; a.mlf., Ferahu’r-rûh (haz. Mustafa Utku),
İstanbul 2002, III, 438; Belîğ, Güldeste, s. 71; İbrâhim Hâs,
Tezkiretü’l-Hâs, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4543,
vr. 37b-39a, 168a-169b; Süleyman Şeyhî, Bahrü’l-velâye, Berlin
Staatsbibliothek, nr. 1683, vr. 143b; Gazzîzâde Abdüllatif
Efendi, Hulâsatü’l-vefeyât, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr.
2257, vr. 35b; Hammer, GOD, II, 566; Mustafa Lutfî, Tuhfetü’l-asrî
fî menâkıbi’l-Mısrî, Bursa 1309, s. 73; Gibb, HOP, I, 165,
170-175; Osmanlı Müellifleri, I, 193; Bursalı Mehmed Tâhir,
Aydın Vilâyetine Mensûp Meşayih, Ulemâ, Şuara, Müverrihîn ve
Etıbbânın Terâcim-i Ahvâli, İzmir 1324, s. 31; M. Fuad Köprülü,
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (İstanbul 1919) (haz. Orhan
F. Köprülü), Ankara 1976, s. 262-265, 273, 274, 296, 334; a.mlf.,
“Yûnus Emre’nin Mezarı”, Meydan, sy. 20, İstanbul 1965, s. 24;
Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (trc. Mehmet Akkuş - Ali
Yılmaz), İstanbul 2006, I, 146-154; Mehmed Şemseddin, Gülzâr-ı
Mısrî, Mustafa Tatcı özel kütüphanesi, s. 63-84; Sâdık Vicdânî,
Tarikatler ve Silsileleri: Tomar-ı Turuk-ı Aliyye (haz. İrfan
Gündüz), İstanbul 1995, s. 155; Filibeli Ahmed Hilmi, Hikmet
Yazıları (haz. Ahmet Koçak), İstanbul 2005, s. 91-113;
Abdürrahim Şerif Beygu, Erzurum: Tarihi, Anıtları, Kitabeleri,
İstanbul 1936, s. 171-175; Abdülbâki Gölpınarlı, Yûnus Emre ve
Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 63-64, 73-84, 100-101; H. J.
Kissling, “Yunus Emre Dîvânı’nın Mukaddime Beyitleri Üzerinde
Düşünceler”, Uluslararası Yunus Emre Semineri, Bildiriler,
İstanbul 1971, s. 160-164; M. Necmettin Hacıeminoğlu, “Yûnus’un
Türkçesi”, Atsız Armağanı (haz. Erol Güngör v.dğr.), İstanbul
1976, s. 283-285; Cahit Öztelli, Belgelerle Yûnus Emre, Ankara
1977, s. 6-7, 21 vd.; a.mlf., “Yûnus Emre’nin Mezarı ile İlgili
Yeni Belgeler”, TDl., IV/38 (1954), s. 100-103; a.mlf., “Yûnus
Emre’nin Yeni Divanı Üzerine”, Emre, sy. 15, Eskişehir 1965, s.
11-13; Faruk Kadri Timurtaş, “Yûnus Emre’nin Dili Üzerine
Notlar”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri,
Ankara 1982, II, 405-412; Rıza Tevfik’in Tekke ve Halk Edebiyatı
ile İlgili Makaleleri (haz. Abdullah Uçman), Ankara 1982, s. 36;
Mikâil Bayram, “Yûnus Emre Eskişehirli Olabilir mi?”, 25. Türk
Dili Bayramı ve Yûnus Emre’yi Anma Törenleri, 6-7 Temmuz,
Karaman 1985, s. 48-51; a.mlf., Tarihin Işığında Nasreddin Hoca
ve Ahi Evran, İstanbul 2001, s. 50-52; Sezai Karakoç, Yunus
Emre, İstanbul 1989; Hüseyin Ayan, “Risâletü’n-Nushiyye
Üzerine”, Yûnus Emre Sempozyumu (Bildiriler), 2-5 Mayıs 1988,
Ankara 1990, s. 121-126; Meliha Tapsız, Bolulu Himmet: Dîvan,
Manzum Tarikatnâme, Âdâb-ı Hurde-i Tarikat (yüksek lisans tezi,
1995), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 165; B.
Flemming, “Yunus Emre’nin Eserlerinin Metinsel Tarihinin Bazı
Yönleri”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri
(Ankara, 7-10 Ekim 1991), Ankara 1995, s. 355-362; Mehmet Nâil
Tuman, Tuhfe-i Nâilî (haz. Cemal Kurnaz - Mustafa Tatcı), Ankara
2001, II, 1229-1230; İsmail Yakıt, Yûnus Emre’de Sembolizm:
Çıktım Erik Dalına, Ankara 2002; Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık:
Popüler İslâm’ın Balkanlardaki Destanî Öncüsü, Ankara 2002, s.
78; a.mlf., “Sarı Saltık’ın Kimliği ve Tarihsel Rolü”, Toplumsal
Tarih, sy. 97, İstanbul 2002, s. 25-30; Mustafa Tatcı, Yûnus
Emre’nin Mürşidi Tapduk Emre, Ankara 2012; a.mlf., “Yukarı
İllerde Bir Gezgin Dervîş: Yûnus Emre (Azerbaycan Notları)”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, sy. 58,
Ankara 2011, s. 155-170; a.mlf. - Abdülkerim Erdoğan, Bizim
Yunus, Ankara 2012; Turan Alptekin, Bir Ene’l-Hak Şiiri Yunus
Emre/Âşık Yunus ve Yunus’lar, İstanbul 2007; a.mlf., “Yûnus
Şiirlerinin Stilistik ve Karşılaştırmalı Bir Çözümleme Denemesi
İçin Giriş”, TUBA, XXIV/1 (2000), s. 9-56; Meşedihanım Nemet,
Azerbaycan’da Pirler, Bakü 2010, s. 162; Yunus Emre (ed. Ahmet
Yaşar Ocak), Ankara 2012; K. Foy, “Die Altesten Osmanischen
Transcriptions texte in gothischen Lettern II”, MSOS, V (1902),
s. 233-293; Rıza Tevfik, “Yûnus Emre Hakkında Biraz Daha
Tafsilat”, Büyük Duygu Mecmûası, sy. 10, İstanbul 1329, s.
177-183; Azmi Avcıoğlu, “Karaman’da Kirişçi Câmii”, Konya, sy.
34, Konya 1940, s. 1984-1985; M. Çağatay Uluçay, “Yûnus Emre’nin
Kabri Meselesi”, Gediz, VI/68, Manisa 1943, s. 5-7; Kâmil
Kepecioğlu, “Yûnus Emre Nerede Yatıyor?”, Nilüfer, sy. 4, Bursa
1945, s. 68; İbrahim Hakkı Konyalı, “Yûnus Emre Nerelidir?”,
Yedigün, sy. 626, İstanbul 1945, s. 5; a.mlf., “Karaman’daki
Yûnus Emre”, TY, V/319 (1966), s. 145-159; Mecdut Mansuroğlu,
“Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının İlk Mahsulleri”, TDED, I/1
(1946), s. 9-17; a.mlf., “Anadolu’da Türk Yazı Dilinin Başlama
ve Gelişmesi”, a.e., IV/3 (1951), s. 215-219; Ömer Lütfi Barkan,
“Kolonizatör Türk Dervişleri”, VD, II (1942), s. 270-304,
379-384; Adnan Sadık Erzi, “Türkiye Kütüphanelerinden Notlar ve
Vesikalar I: Yûnus Emre’nin Hayatı Hakkında Bir Vesika, I.”, TTK
Belleten, XIV/53 (1950), s. 85-89; İsmail Tosun - Merdan Dinçkök,
“Kula’daki Yûnus Emre”, TY, V/319 (1966), s. 33-42; Şahabettin
Tekindağ, “Büyük Türk Mutasavvıfı Yûnus Emre Hakkında
Araştırmalar”, a.e., V/319 (1966), s. 169-174; Fethi Erden,
“Yûnus Emre Mezarları, Makâmları veya Başka Yûnuslar”, a.e.,
V/319 (1966), s. 183-187; Mehmet Kaplan, “Yunus Emre’nin İnsan
ve Ahlâk Görüşü (Risâlât al-Nushiyya’nın Tahlili)”, TDED, XXI
(1973), s. 65-82; Nihad Sâmi Banarlı, “Millî Tekevvünümüzde
Yûnus Emre’nin Yeri”, KAM, III/7 (1974), s. 37-46; Şinasi Tekin,
“İkinci Bâyezît Devrine Ait Bir Mecmûa”, TUBA, III (1979), s.
354; Hikmet İlaydın, “Yûnus Emre”, TDl., sy. 384 (1983), s.
514-522; Tahsin Ünal, “Yûnus Emre’nin Sosyal ve Kültürel
Çevresi”, TK, sy. 296 (1987), s. 31-38; Talât Tekin, “Yûnus
Emre’nin Gotik Harfleriyle İki Manzûmesi”, Erdem, III/8, Ankara
1987, s. 367-392; Mürsel Öztürk, “Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-ı
Velî ve Yûnus Emre”, a.e., III/9 (1987), s. 759-768; Orhan Kemal
Tavukçu, “Yunus Şiirlerini Ayırt Etmeye Yönelik Bazı Tespitler”,
TUBA, XXVIII/2 (2004), s. 59-84; Cihan Okuyucu, “Yûnus Emre ve
Âşık Paşa’nın Karışan Şiirleri”, Kültür, sy. 4, İstanbul 2006,
s. 32-37; Franz Babinger, “Sarı Saltık Dede”, İA, X, 220-221.
Mustafa Tatcı KAYNAK:
www.islamansiklopedisi.info
YUNUS EMRE AŞKIN YOLCULUĞU
DİZİ FİLM |
|