|
ŞEYTAN ADEME NEDEN SECDE ETMEDİ..?
Hak’kın yaptıklarını da gör, bizim yaptıklarımızı
da. Her ikisini de gör ve bizim yaptığımız işler olduğunu bil, zaten bu
meydanda. Ortada halkın yaptığı işler yoksa her şeyi Hak yapıyorsa, şu halde
kimseye “bunu niye böyle yaptın” deme!
Allah’ın yaratması, bizim yaptığımız işleri meydana getirmektedir. Bizim
işlerimiz Allah işinin eseridir.
Söz söyleyen kimse, ya harfleri görür yahut manayı. Bir anda her ikisini birden
nasıl görebilir? İnsan konuşurken manayı düşünür, onu kastederse harflerden
gafildir. Hiçbir göz bir anda hem önünü hem ardını göremez. Şunu iyice bil!
Önünü gördüğün zaman ardını nasıl görebilirsin?
Mademki can, harfi manayı bir anda kavrayamıyor, nasıl olur da hem işi yapar,
hem o iş yapma kudretini yaratır? Ey oğul! Allah, her şeye muhittir. Bir işi
yapması, o anda diğer bir işi yapmasına mani olamaz.
Şeytan, “Bima ağveyteni”
dedi; o alçak ifrit, kendi fi’lini gizledi.
Adem ise “Zalemna enfüsena” dedi; bizim gibi Hak’kın
fiilinden gafil değildir.
Günah ettiği halde edebe riayet ederek Allah’a isnad
etmedi. Allah’ın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana
nail oldu.
Adem, tövbe ettikten sonra Allah, “Ey Adem! O suçu, o
mihnetleri, sen de ben yaratmadım mı?” O benim takdirim benim kazam değil
miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.
Adem “Korktum, edebi terk etmedim” deyince Allah,
“İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.
Hürmet eden hürmet görür. Şeker getiren badem şekeri yer. Temiz şeyler temizler
içindir; sevgiliyi hoş tut, hoşluk gör; incit, incin!
Ey gönül! Cebirle ihtiyarı birbirinden ayırt etmek için bir misal getir ki
ikisini de anlayasın:
Titreme illetinden dolayı titreyen bir el, bir de senin titrettiğin el... Her
iki hareketi de bil ki Allah yaratmıştır; fakat bu hareketi onunla mukayeseye imkân
yoktur. İhtiyarınla el oynatmadan pişman olabilirsin; fakat titreme illetine
müptela bir adamın pişman olduğunu ne vakit gördün?
Anlayışı kıt biriside şu cebir ve ihtiyar meselesine yol bulsun, bu işi anlasın
diye söylediğimiz bu söz, akli bir söz, akli bir bahistir. Fakat zaten bu hilekâr
akıl, akıl değildir ki.
Akli bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka bir bahistir. Can bahsi
başka bir makamdır, can şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm
sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı. Fakat
Ömer, akıl âleminden can âlemine gelince can bahsinde Ebülhakem,
Ebucehil oldu. Ebucehil, cana nispetle esasen cahil olmakla beraber his ve akıl
bakımından kamildi.
Akıl ve bahsi, bil ki eser yahut sebeptir (onunla müessir ve müsebbip
anlaşılır). Can bahsi ise büsbütün şaşılacak bir şeydir.
Ey nur isteyen! Can ziyası parladı; lazım, mülzem, nafi, muktazi kalmadı. Bir gören
kişinin. Nuru doğmuş parlamaktayken sopa gibi bir delilden vazgeçeceği
meydandadır.
Yine hikayeye geldik; zaten ne zaman hikayeden
ayrıldık ki?
Cehil bahsine gelirsek o Allah’ın zindanıdır; ilim bahsine gelirsek onun bağı
ve sayvanı. Uyarsak onun sarhoşlarıyız; uyanık olursak onun hikâyesinden
bahsetmekteyiz. Ağlarsak rızıklarla dolu bulutuyuz;
gülersek şimşek!
Kızar, savaşırsak bu, kahrının aksidir, barışır, özür serdedersek muhabbetinin
aksidir.
Bu dolaşık ve karmakarışık âlemde biz kimiz? Elif gibiyiz. Elif’inse esasen,
hiç ama hiçbir şeyi yoktur!
|
|