YAĞMURUN SIRRI
Mustafa, bir gün, dostlarından birinin cenazesiyle ve
dostlarla mezarlığa gitti. Onun mezarına toprak doldurdu, tohumunu yeraltında
diriltti. Bu ağaçlar, toprak altındaki insanlara benzerler. Ellerini topraktan
çıkarıp; halka doğru yüz türlü işaretlerde bulunurlar, duyana söz söylerler.
Yeşil dilleriyle, uzun elleriyle toprağın içindeki
sırları anlatırlar. Kazlar gibi başlarını su içine çekmişler... Karga gibiyken
tavus haline gelmişlerdir. Allah, onları kış vakti hapsetmişse de baharda o
kargaları tavus haline getirir.
Kışın onlara ölüm vermişse de bahar yüzünden yine
diriltip yapraklandırır, yeşertir. Münkirler der ki: “Eskiden beri olagelmiş
bir şey. Neden bunu kerem sahibi Allah’a isnad
edelim?” Onların körlüğüne rağmen Allah, dostların gönüllerinde bağlar,
bahçeler bitirmiştir.
Gönülde kokan her gül, kül sırlarından bahisler açar.
Onların kokuları, münkirlerin burunlarını yere sürtmek
için perdeleri yırtarak dünyanın etrafını dönüp dolaşırlar. Münkirler o gönül
kokusuna karşı kara böcek gibidirler; dayanamazlar. Yahut davul sesine tahammül
edemeyen beyni zayıf kimseye benzerler.
Kendilerini meşgul ve müstağrak gösterirler. Şimşek
parıltısından gözlerini yumarlar. Göz yumarlar ama onların bulundukları
makamdaki göz değildir ki. Göz odur ki bir sığınak görsün.
Peygamber, mezarlıktan dönünce Sıddıka’nın
yanına giderek konuşup görüşmeye başladı. Sıddıka’nın
gözü, Peygamber’in yüzüne ilişince önüne gelip elini onun üstünü, sarığına,
yüzüne, saçına, yakasına, göğsüne, kollarına sürdü.
Peygamber, “Böyle acele acele
ne arıyorsun?” dedi. Ayşe “Bugün hava bulutluydu, yağmur yağdı. Elbisende
yağmurun eserini arıyorum. Gariptir ki üstünü, başını yağmurdan ıslanmamış
görmekteyim” dedi.
Peygamber “O sırada başına ne örtmüşsün, başörtün neydi?
Diye sordu. Ayşe senin ridanı başıma örtmüştüm” dedi. Peygamber dedi ki: “Ey
yeni yakası tertemiz Hatun! Allah onun için temiz gözüne gayb yağmurunu
gösterdi.”O yağmur, sizin bu bulutunuzdan değildir. Başka bir buluttan, başka
bir göktendir.
Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru, başka
bir göğü, başka bir güneşi vardır. Fakat o, ancak havassa görünür, diğerleri “
Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden şüphe ederler.”
Yağmur vardır, âlemi beslemek için yağar. Yağmur vardır, âlemi
beslemek için yağar. Yağmur vardır âlemi perişan etmek için yağar. Bahar
yağmurlarının faydası, şaşılacak bir derecededir. Güz yağmuruysa, bağa sıtma
gibidir.
Bahar yağmuru, bağı nazü naim ile besler, yetiştirir. Güz yağmuruysa bozar,
sarartır. Kış, yel ve güneş de böyledir; bunların tesirleri de zamanına göre ve
ayrı ayrıdır. Bunu böyle bil, ipin ucunu yakala!
Tıpkı bunun gibi gayb âleminde de bu çeşitlilik vardır.
Bazısı zararlıdır, bazısı faydalı. Bazı yağmurlar berekettir, bazıları ziyan. Abdalin bu nefesi de işte o bahardandır. Canda ve gönülde
bu nefes yüzünden yüzlerce güzel şeyler biter.
Onların nefesleri, talihli kişilere bahar yağmurlarının
ağaca yaptığı tesiri yapar. Fakat bir yerde kuru bir ağaç bulunsa cana can
katan rüzgârı ayıplama! Rüzgâr, işini yaptı, esti. Canı olan da, rüzgârın
tesirini candan kabul etti.
Peygamber, “Dostlar, bahar serinliğinden sakın vücudunuzu
örtmeyin. Çünkü bahar rüzgarı, ağaçlara nasıl tesir
ederse sizin hayatınıza da öyle tesir eder. Fakat güz serinliğinden kaçının.
Çünkü o, bağa ve çubuklara ne yaparsa sizin vücudunuza da onu yapar “dedi.
Bu hadisi rivayet edenler, zahiri manasını vermişler ve
yalnız zahiri manasıyla kanaat etmişlerdir. Onların halden haberleri yoktur.
Dağı görmüşler de dağdaki madeni görmemişlerdir.
Allah’a göre güz, nefis ve hevadır. Akılla cansa baharın
ve ebediliğin ta kendisidir. Eğer senin gizli ve cüzi bir aklın varsa cihanda
bir kâmil akıl sahibini ara! Senin cüzi aklın, onun külli aklı yüzünden külli
olur. Çünkü Akl-ı kül, nefse zincir gibidir.
Binaenaleyh hadisin manası teville şöyle olur: Pak
nefesler bahar gibidir, yaprakların ve filizlerin hayatıdır. Velilerin
sözlerinden, yumuşak olsun, sert olsun, vücudunu örtme, çünkü o sözler, dininin
zahiridir.
Sıcak da söylese, soğuk da söylese, hoş gör ki sıcaktan,
soğuktan ( hayatın hadiselerinden) ve cehennem azabından kurtulasın. Onun
sıcağı, hayatın ilkbaharıdır. Doğruluğun, yakinin ve kulluğun sermayesidir.
Çünkü can bahçeleri, onun sözleri ile diridir. Gönül
denizi, bu cevherlerle doludur. Eğer gönlün bahçesinden cüzi bir zevk ve hal
eksilse aklı başında olan kişinin gönlünü, binlerce gam kaplar.
Sıddıka’nın aşkı coşup
edebe riayetle Peygamber’e sordu: “Ey şu varlığın hülasası, vücudun zübdesi! Bu
günkü yağmurun hikmeti neydi? Bu yağmur, rahmet yağmurlarından mıydı, yoksa
tehdit için mi yağıyordu, pek yüce, pek azametli Allah’ın adaletinden miydi?
Bu yağmur, bahara ait lütuflardan mıydı, yoksa afetlerle
dolu güz yağmuru muydu?” Peygamber dedi ki: “Bu yağmur musibetler yüzünden
insanın gönlüne çöken gamı yatıştırmak için yağıyordu.” Eğer Âdemoğlu, o keder
ateşi içinde kalıp duraydı ziyadesiyle harabolur,
eksikliğe düşer, ( hiçbir şey yapamaz bir hale gelir) di.
O anda bu dünya harap olurdu, insanların içlerinde hırs
kalmazdı. Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya
için afettir. Akıllılık o âlemdedir, galip gelirse bu âlem alçalır. Akıllılık
güneştir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir.
Dünyada hırs ve haset kükremesin diye o âlemden
akıllılık, ancak sızar, sızıntı halinde gelir. Gayb âleminden çok sızarsa bu
dünyada ne hüner kalır, ne de ayıp.
|