|
TEMBELİN DİLEĞİ
Birisi, Davut Peygamber zamanında her akıllı ve ahmak
adamın yanında, daima şöyle dua edip dururdu. “ Yarabbi, bana zahmetsiz,
eziyetsiz bir rızık bir servet ver. Beni tembel, hor, hakir, ağır ve miskin
yaratan sensin. Zayıf ve sırtı yaralı eşeklere, atlarla katırlara yüklenen yük
yüklenemez ki.
Yarabbi, madem ki beni tembel yarattın, rızkımı da
tembelliğime bakarak ben çalışmadan ver. Yarabbi, ben tembelim varlık gölgesine
yıkılmış, yatmışım. Bu ihsan ve cömertlik gölgesinde uyuyorum. Tembellerle
gölgelikte uyuyanlara da elbette başka çeşitte bir rızık vermişsindir.
Ayağı olan rızık arar, ayağı olmayansa yanıp yakılır,
durur. O hüzün sahibinin rızkını da ayağına götür, bulutu yeryüzüne doğru sür!
Yeryüzünün ayağı olmadığından cömertliğin bulutu ona doğru iki kat sürüp
durmakta. Çocuğun ayağı olmadığı için anası gelir, çocuğun başına nimet ve
ihsanlarını yağdırır.
Yarabbi, senden zahmetsiz, eziyetsiz ve ummadığım bir
rızık istiyorum. Zaten istemek den başka bir şeye çalıştığım nerede ki?” bir çok
zaman gündüzleri geceye, geceleri ta kuşluk çağına kadar bu duayı eder dururdu.
Halk onun sözlerine, tam tamahına, bu çalışıp çabalamasına gülerdi.
Derlerdi ki “ Bu sersem ne söylüyor, yoksa birisi buna
esrar mı yutturdu da aklını aldı. Rızık, kazançla,zahmet ve meşakkatle elde
edilir. Herkes bir sanat, bir iş tutturmuş, rızkını öyle elde eder. Rızıkları,
sebeplerine yapışarak elde edin. Evlere kapılarından girin denmiştir.
Şimdiki zamanda Allah elçisi, padişah ve sultan,
hünerlere sahip olan Davut peygamberdir. Yine de bu kadar yüceliğe, bu kadar
nazü naime sahip olduğu, dostun inayetleri onu seçmiş olduğu halde çalışıyor.
Mucizelerin haddi, hesabı yok, ona ihsan dalgaları birbiri üstüne gelip duruyor.
Adem Peygamberden bu zamana kadar öyle güzel sesli kimse
gelmedi. Her vaazında iki yüz kişi ölmekte. Güzel sesi insanları candan etmekte.
Aslanlar, ceylanlar vaazın gelmekte. Ne onun bundan haberi var, ne bunun ondan.
Sesine dağlar da ses veriyor, kuşlarda. Onun davetine ikisi de mahrem.
Onun, bunun gibi ve daha buna benzer yüzlerce mucizeleri
var. yüzünün nuru cihetlere sığmıyor. Bütün cihetleri de kaplamış. Bunca
yücelikle beraber Allah, onun bile rızkını çalışmadan vermiyor. Rızıklan ması
çalışmasına bağlı. Bunca yüceliğine rağmen zırh yapmadıkça zahmet çekmedikçe
rızkı gelmiyor.
Halbuki sen böyle bayağı ve perişan bir halde kalmış,
evinin bucağına kapanmış, felekzede olmuş gitmişsin. Halbuki bu adam bunca
tersliği ile, bunca adiliği ile beraber hemencecik, ticaretsiz eteğini karla
doldurmayı istemekte. Bu çeşit ahmak bir herif ortaya çıkmışta gök yüzüne
merdivensiz çıkayım diyor.”
Birisi alaya alıp “ Haydi yürü, rızkın ulaştı, müjdeci
geldi” demekte, öbürü gülüp “sana gelenden bize de hediye ver” diye alay
etmekteydi. O ise halkın bu kınamasına, bu alayına hiç aldırış etmez duayı
niyazı azaltmazdı bile. Böyle, böyle şehirde tanındı, boş ambardan peynir
aramakta diye şöhret buldu. O yoksul ham tamahlılıkla darbımesel oldu ama yinede
bu istek den bu niyazdan ayrılmıyordu.
Nihayet bir gün kuşluk çağında yine ağlayıp inleyerek bu
çeşit dua edip dururken, birdenbire evine doğru bir öküz koştu. Boynuzu ile
kapıya vurup kilidi kırdı. Küstahçasına evine girdi. Adam hemen sıçrayıp öküzü
boynuzlarından bağladı. Durmadan, aman vermeden hemencecik boğazını kesti.
Derisini, yüzdürmek için gövdesini alıp koşa, koşa kasaba götürdü.
O yoksul adam, gece gündüz feryat etmekte, Allah’tan
eziyetsiz, zahmetsiz, çalışmadan kazanmadan helal rızık istemekteydi. Bundan
önce onun bazı hallerini söylemiştik, fakat araya başka şeyler girdi. Bu hikaye
de öylece kaldı gitti. Şimdi onun hali neye vardı.
Allah’ın lütuf ve ihsan bulutundan hikmet yağmuru
yağınca o yoksul ne oldu? Öküzün sahibi onu görüp “ Ey karanlıkta benim öküzümü
aşıran, borçlusun bana sen. Neden benim öküzümü kestin be ahmak hilebaz, nerede
insafın?” dedi. Adam “ Ben Allah’tan rızık istiyor, kıbleyi niyazımla bezeyip
duruyorum. Zamanlarca edip durduğum dua kabul edildi. O, benim rızkımdı, tutup
kestim, işte sana cevap dediyse de öküz sahibi yakasına sarıldı, sabredemedi,
yüzüne de birkaç sille vurdu.
Çeke, çeke Davud Peygamberin yanına kadar götürdü. “ Gel
bakalım zalim ahmak. Saçma sapan lafları bırak azgın herif. Aklın başına al,
kendine gel! Bu ne çeşit dua? Alemi bana da güldürme, kendini de maskara etme!”
diyordu. Adam “ Ben Allah’a dua ettim, feryadü figan ederek nice kanlar yuttum.
İyice biliyorum ki duam kabul edildi. Sen gayri ey kötü
sözlü var, başını taşlara vur.” Dediyse de adam “ Müslümanlar, Allah için olsun
söyleyin. Dua nasıl olur da benim malımı ona mal eder? Eğer dua ile mal ele
geçseydi bütün alem dua eder. Mal mülk sahibi olurdu.
Dua ile ele bir şey geçseydi kör dilenciler de
yücelirler, bey kesilirlerdi. Onlar da gece gündüz dua ediyorlar, yarabbi bize
para ver, mal mülk ver diyorlar. Sen vermezsen kimsecikler bir şey vermez. Ey
kapalı kapıları açan Allah, bize ihsan kapısını da sen aç derler. Fakat körlerin
çalışıp çabalaması yalnız dua ve feryat.
Bir dilim ekmekten başka ellerine bir şey geçmez” dedi.
Halk, “ Bu Müslüman doğru söylüyor. Bu dua satan, zalim bir adam. Hiç dua, bir
şeye sahip olmaya sebep midir? Ya paranla alarak bir mala sahip olursun, ya
birisi sana bir şey bağışlar, yahut vasiyet eder, yahut da gönlünden kopar, sana
verir. Bu çeşit bir şey olmadıkça bir şeye sahip olamazsın ki.
Bu yeni şeriat hangi kitapta. Sen ya o öküzü ver, ya
hapse git” demekteydi. Adam, yüzünü göğe tutarak dedi ki: “ Yarabbi benim halimi
senden başka kimsecikler bilmez, gönlüme o duayı sen ilham ettin, gönlümde
yüzlerce ümit belirttin. Laf olsun diye dua etmedim ya. Yusuf gibi rüyalar
görmüştüm”
Yusuf, güneşle yıldızların, huzurunda kullar gibi secde
ettiklerini gördü. O rüyaya adamakıllı inandı, kuyuda ondan başka bir şey
ummuyordu, zindanda da. Ona dayanmakta, onu beklemekteydi. Ondan başka ne
kulluktan derdi vardı, ne az çok kınanmaktan!
Rüyası, mum gibi gözünün önünde yanmakta, onu aydınlatıp
durmaktaydı; rüyasına güveniyordu. Yusuf’u kuyuya attıkları zaman Allah’tan
kulağına şu ses gelmişti. Ey yiğit, sen bir gün padişah olacaksın. O vakit seni
kıyanların sözlerini, yüzlerine vurursun.
Bunu seslenen görünmüyordu ama gönül, söyleyenin eserini
tanıyordu. O sesten cana bir kuvvet, bir rahat, bir huzur geliyordu. İbrahim’e
ateş nasıl bir gül bahçesi olmuşsa o ses yüzünden kuyu da Yusuf’a gül bahçesi
kesilmişti. Gayri ne cefa geldiyse o kuvvetle tahammül etti. Neşeyle çekti.
Nitekim elest sesinin zevki de her müminin gönlünde ta
mahşere kadar sürer gider. Bu yüzden müminler, ne belaya itiraz ederler. Ne
Hakk’ın emir ve nehyinden sıkılırlar. Başkalarının ağzına acılık veren bir
lokmaya benzeyen Allah hükmü, onlara gülbeşeker gelir. Tatlı, tatlı yerler,
hazmederler.
Allah hükmünü kabul etmeyip inkar eden, o lokmayı yese
bile kusan kişiyle yaramaz. Elest gününde bir rüya gören, Allah’a ibadet yolunda
sarhoş olur. Sarhoş deve gibi bu ibadet çuvalını hiç usanmadan, sıkılmadan çeker
durur. Ağzının etrafındaki tasdik köpüğü, onun sarhoşluğuna, coşkunluğuna
şahittir.
Deve kuvvetlenip erkek aslan kesildi mi ağır yükler
çeker de yine o yüklerin altında az yer, az içer. Dişi deve arzusuyla yüzlerce
zahmet ve açlık çeker. Hatta dağ bile ona bir kıl gelir! Elest aleminde böyle
bir rüya görmeyen bu dünyada ne kul olur, ne mürit! Olsa bile gönlünde yüzlerce
tereddüt vardır.
Bir an şükrederse bir yıl şikayet eder. Din yolunda
yüzlerce tereddütle ve inanmayarak öne doğru bir adım atarsa öbür adımı arda
doğru gider. Bunu da ileride anlatırım, borcum olsun. Eğer öğrenmekte acele
ediyorsan “ Elemneşrah” suresini oku! Bu manayı etraflıca anlatmaya kalkışsam ne
haddi vardır, ne kenarı.
Yürü öküzünü dava edene doğru eşek sür! Adam dedi ki: “
Yarabbi, bu suç yüzünden şu azgın adam, bana kör dedi. Bu ne iblisçe bir kıyas
yarabbi? Ben ne vakit körcesine dua ettim. Allah’tan başka kime ihtiyacımı
söyledim? Kör, bilgisizlikle halktan bir şeyler umar. Ben senden umuyorum. Her
güç şey sana kolaydır.
Asıl kör kendisi ki beni kör saydı, canla başla niyaz
ettiğimi görmedi bile! Benim bu körlüğüm, aşk körlüğüdür. Güzelim sevdiği şey
insanı kör ve sağır yapar derler ya. Bu körlük, o körlüktür. Allah’tan başkasını
görmüyorum, fakat onu görmüyorum. Aşkımın muktezası da bu değil midir? söyle.
Yarabbi, sen görmektesin, beni sen de kör sanma, senin
lütfünün etrafında dönüp dolaşmaktayım, ey lütfunun etrafında dönüp dolaştığın,
ey kendisinden ayrılmadığım Allah! Yusuf-ı Sıddıyk’a rüya gösterdin da ona
güvendi. Onun gibi lütfun bana da bir rüya gösterdi. O sonsuz dualarım oyuncak
değildi ya!
Fakat halk, benim sırlarımı bilmiyor da sözlerimi saçma
sanıyor. Hakları da var. gayb sırrının, sırlarını adamakıllı bilen ve ayıpları
tamamıyla örten Allah’tan başka kim bilebilir ki?” düşmanı dedi ki. “ Amca, neye
yüzünü göğe çeviriyorsun? Bana çevir de doğru söyle! Delirdin mi ki böyle
hatalara düşüyor, aşktan Allah’a yakınlıktan dem vuruyorsun?
Sen gönlü ölmüş bilirsin. Hangi yüzle yüzünün göklere
tutuyorsun?” bu hasise yüzünden şehre bir velveledir düştü. O Müslüman’sa “
Yarabbi, bu kulunu rezil etme. Kötülük yaptıysam bile sırrımı halka açma.
Biliyorum, uzun gecelerde yüzlerce tazarrula sana niyaz edip durdum. Halka karşı
bunun hiçbir kadri, hiçbir kıymeti yok, onlar bilmez bunu fakat senin yanında
aydın bir mum gibi sana aşikar” diye niyaz etmekte, yüzünü yerlere vurmaktaydı.
Davut Peygamber, evinden dışarı çıkınca “ Bu ne, ne var,
ne oldu” dedi. Davacı dedi ki: “ Ey Allah’ın peygamberi, imdat et. Öküzüm, bu
adamın evine girmiş. O da onu kesmiş. Neden benim öküzümü kesmiş sor da
söylesin.” Davut, “ Ey kerem sahibi, neden sana haram olan o öküzü kestin?
Yalnız saçma sapan söyleme, delil göster de bu dava
görülsün, bitsin” dedi. Adam dedi ki: “ Ey Davut, yedi yıldır gece gündüz dua
etmekte, Allah’tan. Yarabbi, helal ve zahmetsiz bir rızık istiyorum, diye
niyazda bulunmaktayım. Erkek kadın, herkes feryadımı bilir, hatta çocuklar bile
bunu söyler, anlatırlar.
Kime istersen sor, derhal söyleyiversin. Haltan hem
gizli sor, hem de aşikare. Bak bu eski hırkalı yoksul neler söylüyor, nasıl dua
ediyordu, anla. Bu dualardan, bu feryatlardan sonra bir de baktım ki evime bir
öküz girivermiş. Gözüm karadı. Ama lokma için değil, duam kabul edildi diye
sevindim hani. O ayıpları bilen Allah duam kabul etti, bun şükrane olsun diye
öküzü kestim”
Davut, “ Bu sözlerden el yıka, davana şer’i delil getir.
Reva görür müsün delilsiz bir hüküm vereyim de bu şehirde batıl bir sünnet
koyayım, kötü bir adet bırakayım, bunu sana kim bağışladı? Satın mı aldın,
mirasa mı kondun? Ekine nasıl sahip olabilirsin, sen mi ektin? Ektinse senindir.
Kazanmakta ekin ekmeye benzer. Ekmedikçe ona sahip
olmaya hakkın yoktur. Ektinse ektiğini biçersin, o senindir. Yoksa zulmettiğin,
haksız olduğun katiyetle anlaşılır. Yürü, eğri büğrü söylenme, bu Müslüman’ın
malını ver. Paran yoksa borç al, ver beyhude konuşma!” dedi.
Adam, “ Padişahım, sitem karlar ne söylüyorlarsa sen de
tıpkı onu söylüyorsun bana” deyip secde ederek dedi ki. “ Ey benim yanıp
yakıldığımı gören Allah’ım, Davud’un gönlüne de o nuru ver. Gönlüme saldığın
ziyayı onun gönlüne da Sal. Ey ihsan sahibi Rabbim.” Bu sözleri söyledikten
sonra hayhayla ağlamaya başladı. Öyle bir ağlayış ağladı ki Davud’un gönlü
yerinden oynadı.
“ Ey öküzü dava eden, bugün bana mühlet ver, bu davanın
görülmesinde ısrar etme. Halvete gidip namaz kılayım da bu ahvali, bir de
sırları bilen Allah’tan sorayım. Namazda Rabbime bağlanırım, namaz gözümün
nurudur” sırrı zuhur eder, bu benim huyumdur. Can pencerem zevk ve şevkle
açıktır. Allah’ın lütfu oraya vasıtasız gelir. Allah’ın lütfu, rahmeti nuru
madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evime girer. Penceresi olmayan ev
cehennemdir. Ey kul dinin aslı pencere açmıştır. Her ormanı öyle pek baltalama.
Pencere açmak için balta vur.
Yoksa bilmez misin ki bu güneşin nuru hicaplardan hariç
olan hakikat güneşinin aksinden ibaret. Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu
hayvan da görür. Şu halde benim Adem’ “ Keremna” demem nedir?ben nurlara dalmış,
gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
O halvete gitmeme, namaz kılmam, halka öğretmek için bu
alem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.”
İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya
kalkışmaktayken, arkasından birisi, “ Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un
eteğini çekti. Davut, kendine geldi. sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet
edeceği yere hareket etti.
Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti,
mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi. Allah, ona bu işin hakikatini
bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak
kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi. Ertesi günü iki davacı ile Halk
gelip Davud’un huzuruna dikildiler. Davacı yine aynı davayı tekrarladı, birçok
ağır sözler söyledi.
Davud “ Sus, bu davayı bırak, öküzü bu Müslüman’a helal
et de yürü git. Yiğit madem ki Allah, senin sırrını açmadı, onun bu sır
örtücülüğüne şükret de sükut et” dedi. Öküz sahibi “ Bu nasıl hüküm, bu ne biçim
adalet? Benim için yeni bir şeriat mı kuracaksın. Adalet aleme yayıldı, yer,
gök, adaletinle güzel kokulara bürünmüş.
Kör köpekler bile bu sistem yapılmadı. Bu tecavüzden bu
cefadan hararetlendi de taş da yarıldı, dağ da!” diyor, bu çeşit ağır sözler
söylüyor, “ Ey ahali , gelin de görün zulmü!” diye bağırıyordu.
Davud, ondan sonra dedi ki. “ A inatçı, bütün malını
mülkünü hemencecik ona bağışla, yoksa bak sana söylüyorum, işin fena olur,
yaptığın zulüm ve cefa meydana çıkar.” Adam, bu söz üzerine başına topraklar
serpip elbisesini yırtarak “ Her an zulmünü artırıp durmaktasın” dedi. Yine bir
müddet Davud’u kınamaya koyuldu, davud, tekrar onu huzuruna çağırıp, dedi ki. “
Ey bahtı körleşmiş herif, madem ki talihin yok gayri yavaş, yavaş karanlıklar
basmaya başladı. Senin gibi bir eşeğe çerçöple saman bile yazık. Öyle olduğu
halde sen yine baş köşeyi gözetip duruyorsun ha!
Yürü çocukların da onun kulu, kölesidir, karın da! Artık
fazla söylenme!” davacı iki eline taş almış, göğsünü dövmekte, bilgisizliğinden,
bir aşağı, bir yukarı gidip gelmekteydi. Halk da Davud’u kınamaya başladı.
Davacının gönlünde ne var, bilmiyorlardı ki.
Bir insan, saman çöpü gibi havaya kapılmış, maskara
olmuşsa zalimi mazlumdan nasıl fark edebilir? Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulüm
kar nefsinin boynunu vurmuş kişidir. Yoksa içten içe nefse zebun olan kişi,
deliliğinden mazlumlara düşman kesilir. Köpek, daima yoksula, acize saldırır,
fırsat bulursa ısırır da.
Komşularından av kapmak aslanlara göre ayıptır,
köpeklere değil. Zalime tapan, mazlumu öldüren kişilerin hepsi de pusudan
çıkarak köpekçesine saldırdılar. Davud’a yüz tutup “ Ey peygamber, ey bize
şefkatli zat, bu sana yakışmaz, çünkü apaçık bir zulüm bu. Bir suçsuzu, hiçbir
kabahati yokken kahretsin” dediler.
Davut dedi ki: “ Dostlar, gayri o gizli şeyin meydana
çıkması zamanı geldi. hepiniz kalkın da şehirden dışarıya çıkalım, o gizli sırrı
öğrenelim. Filan ovada büyük bir ağaç vardır, dalları gürdür, çoktur,
birbirleriyle birleşmişlerdir. Kol budak salıvermiş, geniş bir yeri
kaplanmıştır, kökü de yere yayılmıştır.
İşte o ağacın kökünden bana kan kokusu geliyor. O güzel
ağacın kökünde kan var. bu kötü talihli herif, onun altında efendisi
öldürmüştür. Allah’ın hilmi, bunu şimdiye kadar örttü. Fakat bu kaltaban, buna
hiç şükretmedi. Efendisinin çoluğuna, çocuğuna ne nevruzlarda bir şey verdi, ne
bayramlarda.
O yoksulların, o muhtaç biçarelerin hallerini,
hatırlarını bir lokmayla olsun arayıp sormadı, eski hakları aklına bile
getirmedi. Bu melun herif şimdi de bir öküz için onun oğlunu yere vuruyor.
Günahının perdesini kendi kaldırıyor, yoksa Allah, suçunu örtüyordu. Bu kötü
zamanede kafir olsun, fasık olsun herkes, kendi perdesini kendi yırtar. Zulüm,
can sırları arasında gizli kalır, fakat onu halkın önüne koyan zalimdir. Hele
bakın, benim boynuzlarım var, şu alemde cehennem öküzünü bir görün diye
kendisini kendisi gösterir!”
Halk şehirden çıkıp o ağca doğru gidince Davut, “ Önce
ellerini bağlayın şu zalimin de sonra suçunu meydana koyalım, adalet bayrağını
ovaya dikelim” dedi. Sonra dedi ki: ey köpek, sen bu adamın atasını öldürdün.
Sen o zatın kölesiydin, bu yüzden onun kanına girdin. Efendisini öldürüp malını,
mülkünü zaptettin. Fakat Allah bunu meydana çıkardı.
Karın yok mu, onun cariyesiydi. Onunla birleştin de bu
kötü işi yaptın. Ondan erkek, dişi ne doğduysa hepsine mirasçı bu adamdır. Çünkü
sen bir kölesin, çalışıp çabalarsın, eline geçen onundur. Şeriat mı aradın,
alsana mükemmel bir şeriat, hadi şimdi yürü bakalım!
Sen burada efendini zari, zari ağlatarak öldürdün,
efendin sana burada, aman yapma, etme diyordu. Korkunç bir hayal gördün,
korktun. Acelenden bıçağı da adamcağız başıyla beraber toprağa gömdün. İşte başı
da şuracıkta gömülü, bıçak da. Haydi, kazın şurasını!
Bu köpeğin adı da bıçakta yazılıdır. Bu zalim,
efendisine işte böyle bir hilede, böyle bir zulümde bulundu.” Yeri kazdılar,
bıçağı da bulup çıkardılar. Kesik başı da! Halka bir velveledir düştü. Hepsi de
zünnarlarını kestiler. Ondan sonra öküzü kesene “ Gel buraya hak sahibi, bu yüzü
karadan hakkını al” dedi.
Aynı bıçakla o adamın da öldürülerek kısas edilmesini
emretti. Ne hile yaparsa yapsın, Allah bilgisinden kurtulabilir mi hiç? Allah’ın
hilmi, müdarada bulunur. Bulunur ama adam, haddi aşınca iş değişir, meydana
çıkar. Kan uyumaz, gönüllere onu araştırmak, müşkülünü halletmek merakı düşer.
Kıyamet gününün sahibi olan Allah’ın adaleti, şunun,
bunun gönlünden zuhur eder durur. “ Filan ne oldu, hali nedir, kim öldürdü
acaba?” diye topraktan ekin fışkırır gibi şunun, bunun gönlünden meraklar
fışkırır. Gönüllerdeki bu meraklar, bu araştırmalar, bundan bahsetmeler, hep o
kanın kaynamasıdır.
O adamın gizli sırrı meydana çıkınca Davud’un mucizesi
halka yayıldı; bu mucize bir dereceyken halk tarafından adeta iki derece meşhur
oldu. Herkes baş açık gelip yerlere secde etmekte. “ Biz doğuştan körmüşüz,
senden yüzlerce şaşılacak şey gördük. Taş, Talut’la beraber savaşa giderken sana
söyledi, beni al dedi.
Sen elinde bir sapan, üç tane de taş olduğu halde
geldin, yüz binlerce adamı birbirine kattın., kırdın geçirdin. Taşların yüz
binlerce parçaya ayrıldı, her parçası bir düşmanın kanını içti. Demir, elinde
mum gibi yumuşadı, onunla zırh yaptın, bu da aleme yayıldı, herkes bildi. Dağlar
sana şükredici risaleler oldu, seninle berber adam gibi Zebur okudular!
Senin sözünle yüz binlerce kişinin can gözü açıldı, gayb
alemine hazırlandı. Fakat onların hepsinden kuvvetli mucizen bu, sen; insana
hayat bağışlamaktasın, bu bağışlaman daimi. Zaten bütün mucizelerin canı da bu
ölüye ebedi hayat bağışlamak!” demekteydi. Zalim öldürüldü, bütün bir dünya
dirildi. Halkın hepside yeni baştan Allah’a kul oldu.
Nefsini öldür de alemi dirilt. Nefis efendisini
öldürmüştür; sen, onu kendine kul, köle yap! Kendine gel, öküzü dava eden senin
nefsindir kendisini efendi yerine koymuştur, ululuk taslamaktadır. Öküzü öldüren
de aklındır. Hadi, artık ten öküzünü öldüreni inkar etme! Akıl bir esirdir.
Daima Hak’tan zahmetsizce bir rızık, tabak, tabak nimetler ister.
Onun zahmetsizce rızıklanması neye bağlıdır? Kötülüğün
aslı olan öküzün öldürülmesine. Nefis “ Benim öküzümü nasıl olurda öldürürsün?”
der. Çünkü nefis öküz, ten suretidir. Velinimet zade olan akıl, ihtiyaçlar
içinde kalmış, kanlı katil nefis, efendi olmuş, öne geçmiş! Zahmetsiz rızık
nedir, bilir misin? Ruhların gıdası, peygamberlerin rızıkları.
Fakat bunu elde etmek, öküzü öldürmeye bağlıdır. Hazine
öküzün içindedir ey hazine arayan yerleri kazıp duran! Dün biraz bir şey
yemiştim, onun için layıkıyla anlatamıyorum. Yoksa bunu tamamıyla anlatır,
yuları anlayışının eline teslim ederdim. Ama dün bir şey yedim demem de masaldan
ibaret çünkü ne gelirse o gizli evden geliyor.
Güzel gözlülerden işve, cilve öğrenmişsek neden gözümüzü
sebeplere dikip duruyoruz. Sebeplerin de başka sebepleri var. sebebe bakma da
asıl ona bak! Peygamberler, sebepleri gidermek için geldiler. Mucizelerini ta
Zuhal yıldızına ulaştırdılar. Sebep ve vesilesiz denizi böldüler, ekmeksizin
buğday yığınını buldular.
Çalışmaları yüzünden kum taneleri un olurdu Keçinin
yünlerini çektiler mi ellerinde ibrişim olurdu. Bütün Kuran, sebebi gidermeye
aittir. Zahiren yoksul olan Peygamberin yüceliğini, yine zahiren yüce olan
Ebuleheb’in helakini anlatır durur. Ebabil kuşları iki üç taş attılar mı o koca
Habeş ordusunu kırıp geçirirler.
Ta yukarılarda uçan kuşun attığı bir taş, fili delik
deşik eder. Öldürülmüş adama kesilmiş öküzün kuyruğuyla vur da hemen dirilsin,
kefeniyle kalksın. Kesilmiş boğazı, yerinden davransın, kanını dökenlerden
kanını istesin denir. Bunlar ve bunlara benzer daha nice şeyler var. kuran
baştan sona sebepleri illetleri nefyeder vesselam.
Fakat bunları anlamak, işi uzatıp duran aklın harcı
değildir. Kulluk et de bunlar sana keşfolsun! Felsefeye sarılan kişinin aklı.
Felsefeye sarılan kişinin aklı, akılla anlaşılabilen şeylere bağlanmış
kalmıştır. Fakat temiz ve pak kişi, aklın aklının ( Akl-ı Küll’ün) tek binicisi
oldu. Aklının aklı içtir, senin aklınsa kabuk.
Hayvan midesi daima kabuk arar. İç arayan, kabuğu
sevmez, ondan usanır, bıkar, iç temiz kişilere helâldir, temiz kişilere.
Kabuktan ibaret olan akıl, bir işi yüzlerce delille ancak anlayabilir. Fakat Akl-ı
Kül, doğru olduğunu bilmediği yola adımını atar mı hiç? Akıl, defterleri
baştanbaşa karalar durur. Aklın aklıysa bütün alemi ayla doldurur, nurlandırır.
O karadan da kurtulmuştur, aktan da onun ayının nuru,
gönüle de yayılmıştır, sana da. Cüz’i akıl bu karayla akı, yine kadirden,bir
yıldız gibi parlayıp alemi aydınlatan Kadir gecesinden elde etmiştir. Keseyle
dağarcığın değeri altındadır. İçinde altın olmayan keseyle dağarcığın ne kıymeti
var?
Nitekim tenin değeri de canla, fakat canın değeri de
cananın ışığıyladır. Can, ışıksız diri olsaydı hiç kafirlere “ Ölü” denir miydi?
Kendine gel, söyle, söyle ki söyleme kabiliyeti bizden sonraki zamanlarda aksın
diye ırmak yolunu kazmakta. Her devirde söz söyleyen bulunur; bulunur ama
geçmişlerin sözleri daha faydalıdır.
Ey şükreden kişi, Tevrat, İncil ve Zebur, Kuranın
doğruluğuna şahadet etmedi mi? Zahmetsiz ve sayıya gelmez bir rızık ara da
Cebrail sana cennetten elma getirsin. Hatta bahçıvanın laflarıyla başın
ağrımadan ekmek zahmetine düşmeden cennetin sahibinden rızıklanasın. Çünkü
ekmekteki fayda ve lezzet, Allah ihsanıdır. Dilerse sana o faydalı kabuğu, yani
ekmeği vasıta ekmeksizin de verir. Ekmeğin sureti, ekmekteki faydaya, zevk ve
lezzete bir sofradır. Fakat sofrasız ekmek yemek, velinin harcıdır.
Can rızkını senin Davud’un olan şeyhin himmeti olmadıkça
nasıl olur da çalışıp çabalamayla elde edebilirsin? Nefis şeyhle adım attığını,
ona uyduğunu görürse zorla sana ram olur. Öküz sahibi de Davud’un sözünü
anlayınca ram oldu. Şeyh sana dost oldu mu avda aklın, köpek nefse galip olur.
Nefis, yüzlerce hile, Hud’a sahibi bir ejderhadır. Fakat
şeyhin yüzü, o ejderhanın gözüne karşı tutulan bir zümrüttür. Öküz sahibini
zebun etmek istersen onu eşekler gibi bizle, o tarafa sür be hoyrat adam! Nefis,
Allah velisine, yaklaşırsa dili yüz arşın kısalır. Onun yüz dili vardır, her
dilinde yüz lügat, hilesi riyası anlatılamaz ki!
Öküz nefsi dava eden fasih sözler söyledi, yüz binlerce
doğru olmayan delil getirdi. Bütün şehri kandırdı, yalnız padişahı kandıramadı,
o her şeyi bilen padişahın yolunu vuramadı! Nefsin sağ elinde tespih ve Kuran
vardır ama yerinde de hançer ve kılıç gizlidir. Onun mushafına, onun riyasına
kanma, kendini onunla sırdaş, haldaş yapma!
Seni aptes al diye havuzun kenarına getirir de havuza,
suyun ta dibine atıverir! Akıl, nurani ve iyi ir hak ve hakikat arayıcısıyken
neden zulmani nefis ona galip oluyor. Neden mi? Nefis, kendi evinde, kendi
yurdunda akılsa garip! Köpek bile kapısında korkunç bir aslan kesilir. Hele
sabret, aslanlar ormana gitsinler. Bu kör köpekler, o vakit onlara inanırlar.
Şehirli. Nefsin hilesini tenin düzenini ne bilsin? O
ancak kalbe gelen vahiyle kahredilebilir. Kim onun cinsiyse ona dost olur. Ancak
şeyhin olan Davut müstesna! Çünkü o varlığını tebdil etmiştir. Allah, kimi gönül
makamına vasıl ederse o kişide ten cinsiyeti kalmaz. Halk, umumiyetle bu cihan
içinde illetlidir.
İllet, şüphe yok ki illete dosttur. Her aşağılık kişi
Davutluk davasına kalkışır. Anlamayan kişiler de ona yapışır. Ahmak kuş, avcıdan
kuş sesi duyar da o tarafa uçar gider. Davut olmadığı halde Davutluk davasına
kalkışan, kendi malı olan şeyle başkasından naklettiği şeyi ayırt edemez,
sapıktır o kişi.
Kendine gel
de manevi bir adam bile olsa kaç ondan! Onun yanında kurtulmuş kişiyle bağlı
kişi birdir. Yakınına eriştim diye iddia etse de şüphedir. Böyle adam, halk
yanında zekadan ibaret bile olsa mademki kendisinde bu anlayış, bu ayırt ediş
yok ahmaktır! Kendine gel, ondan ceylan, aslandan nasıl kaçarsa öyle kaç! Ey
bilgili yiğit, sakın onun yanına koşma!
|
|