|
SULTAN MAHMUT
Sultan Mahmut, bir gece yalnız başına şehri dolaşırken
bir bölük hırsıza rastladı. Hırsızlar ey vefalı adam dediler, sen kimsin? Sultan
Mahmut, ben de sizlerden biriyim diye cevap verdi. Hırsızların biri, ey daima
hileye düzene baş vuranlar, hadi bakalım,her birimiz hünerini söylesin.
Yaratılışta ne hüner ne marifet var? Şu gece vakti
arkadaşlarına anlatsın dedi. Birisi dedi ki: Ey hünerini göstermeye kalkışan
kavim, benim kulaklarımda bir hassa vardır. Köpek havladı mı, ne diyor, anlarım.
Öbürleri, bu iki metelik eder ancak dediler. Bir başkası ey altına tapanlar,
benim bütün hassam gözümdedir. Geceleyin karanlıkta kimi görsem, hiç şüphe yok,
onu gündüz tanırım dedi. Başka biri, benim hünerim kolumdadır. Kolumun
kuvvetiyle duvarları delerim dedi. Başka biri dedi ki: Benim marifetim burnumda.
İşim, toprakları koklamaktır.
“İnsanlar madenlere benzerler” sırrına ermişim.
Peygamber, onu ne için söylemişti. Ben, toprağın bedeninde ne kadar para var, ne
madeni gizli anlarım. Bir yerde altın gizli, öbür tarafın masrafı, gelirinden
fazla mesela, derhal bilirim. Mecnun gibi toprağı koklarım, yanılmaksızın
Leyla’nın bulunduğu toprağı bulurum. Her gömleği koklar, içinde Yusuf mu var,
şeytan mı anlarım.
Ahmet gibi hani. O da Yemen’den koku alırdı ya. Benim de
şu burnum, o nasibe erişmiştir işte. Hangi toprak altına komşu, hangisi sıfırdan
ibaret. Beş para etmez? Bu, bana malum olur.
Bir başkası da benim hünerin dedi elimdedir. Dağ
tepesine kadar kement atarım. Ahmet gibi... Onun canı da bir kement attı,
kenemdi ta göğe ulaştı.
Allah dedi ki: Ey gökyüzündeki Beyt-i Mamur’a kement
atan, atışı benden bil. “Attığın vakit sen atmadın ben attım”
Nihayet dediler ki: Ey yüce ve vefalı dost, sen de
söyle. Senin ne hünerin ne marifetin var?
Sultan Mahmut dedi ki: Benim hünerim sakalımdadır.
Onunla suçluları cezadan eziyetten kurtarırım. Suçluları cellatlara verdiler mi,
sakalım oynayınca onlar kurtuluverirler. Acıyıp sakalımı oynattım mı
öldürülmeden de kurtulurlar, dertten de, elemden de. Hırsızlar, bu sözü duyunca
kutbumuz sensin dediler; minnet gününde kurtuluşumuz senden olacak. Sonra hep
beraber yola düzüldüler, o kutlu padişahın köşküne doğru hareket ettiler.
Bu sırada sağ taraftan bir köpek havladı. Köpek sesinden
anlayan, köpek diyor ki dedi, padişah sizinle beraber. Kokudan anlayan bir
yandaki toprağı kokladı, bu dedi, bir dul kadının odasının toprağı. Kement atan,
kemendini attı, yüksek bir duvara ulaştılar. Koku alan bir başka yeri kokladı,
dedi ki: O eşsiz padişahın hazinesi burada. Delik delen, duvarı deldi, hazineye
girdiler. Her biri bir şeyler aldı. Bir hayli altın sırmalarla bezenmiş kumaş,
ağır mücevherler alıp hemen gizlediler.
Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını,
yollarını iyice öğrendi. Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu
macerayı anlattı. Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar.
Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir
titriyorlardı. Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah,
geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı. Geceleyin kimi görse gündüz
şüphesiz bir surette tanıyan, padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin
bizimle arkadaşlık eden adamdır. Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani;
bu tutulmamızda yine ondan oldu.
Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını
açtı, tesirli bir suretle söz e başladı. Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o
sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor sırrımızı
duyuyordu. Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile
aşk oyununa girişti. Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O,
hiçbir ariften yüz çevirmez. Bil ki arifin gözü, iki alemde de insana aman
verir. Herkes, onunla yardıma nail olur. “Gözü Allah’tan başka bir şeye kaymadı”
da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
Dünya gecesiyle güneş, perde ardındayken o Allah’ı
görüyordu, ümidi ondandı. İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı,
ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye
tahammül edemediğini o, gördü.
Allah bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş
eşsiz, iri bir inci haline getirir. Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir
istenen, arzulanan, Allah’ı ister, arzular.
Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Allah, onun
adını “Gören tanık taktı. Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri
bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez. Binlerce davacı, davaya kalkışsa kadı,
kulağını şahide verir.
Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın
gözleri, tanıktır. Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz
olarak sırrı görmüştür. Davacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül
gözünün perdesidir. Allah diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık
kesilesin.
Bu garezler göze perdedir. Göz perde indi mi insan,
yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.”
Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti
kalmaz artık. Sırları perdesiz olarak görür. Müminle kafirlerin ruhlarının ne
makamlarda bulunduğunu seyreder.
Allah’ın, yeryüzünde de, yüce gökte de insan ruhundan
daha gizli bir şeyi yoktur. Hak, kuru, yaş; her şeyi bildirdi de ruhu “O benim
işimdendir” diye mühürledi, gizledi. Yüce kişinin gözü, ruhu gördü mü artık ona
hiçbir gizli şey kalmaz. O, her kavgada, şahadeti makbul bir şahit olur. Sözü,
her baş ağrısını keser, sersemliğini giderir.
Allah’ın adı “adalet sahibi” dir, şahit de onun
adamıdır. Onun için sevgilinin gözü adalet sahibi bir şahittir. İki alemde de
Allah’ın baktığı yer, gönüldür. Padişah daima gönle bakar.
Allah’ın aşkı, onu şahidi “güzeli” sevmesi, bütün bu
perdeleri düzüp koşmasına sebep oldu. Onun için bizim şahit (güzel) seven
Allah’ımız, Miraç gecesi, Peygamberle buluşunca “Sen olmasaydın gökleri
yaratmazdım” dedi.
Bu kadı, iyiye de hüküm etmede, kötüye de. Fakat şahit,
kadıya bile hüküm etmiyor mu? Hüküm sahibi, şahide esir oldu. Sevin ey Allah
rızasını kazanan kişinin keskin gözü.
Allah’ı bilen, bilinen Allah’tan pek ziyade niyazda
bulundu; ey sıcakta soğukta bizi gözleyen Allah dedi...sen hayırda da
danıştığımız zatsın, şerde de. Fakat gönlümüz, senin remizlerinden,
buyruklarından bihaberdir. Biz seni görmeyiz, fakat sen gece gündüz bizi
görürsün. Sebebi görmemiz bizim gözümüzü bağlar. Benim gözüm, gözler arasından
seçildi de geceleyin güneşi gördü.
Ey yüce, ey ulu Allah, o, senin lütfundu. Lütfun
yüceliği, tamamlanmasındandır. Yarabbi, nurumuzu kıyamette de fazlalaştır,
tamamla. Bizi kahredici kötülüklerden kurtar. Gece dostuna gündüz ayrılığı
verme. Yakınlığı görmüş canı uzaklaştırma. Senden uzaklaşmak, dertli, veballi
bir ölümdür. Hele bu ayrılık, bu uzaklaşma, buluştuktan sonra olursa. Seni
göreni gözsüz bırakma, ondan gizlenme. Bitmiş, boy atmış yeşilliğine su serp.
Ben yürüyüşte küstahlık etmedim, sen de ceza ve cefada
aldırmazlıktan gelme. Yüzünü göreni, lütfet, cemalinden uzaklaştırma. Senden
başkasının yüzünü görmek, boğaza takılan bir zincirdir. “Allah’tan başka bir şey
batıldır, asılsızdır.” Batıldırlar ama bana hak görünmedeler. Çünkü batıl
batılları çeker. Yeryüzünde, gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehlibar
gibi kendi cinsini çekmededir. Mide, ta dibine kadar ekmeği çekmededir,
ciğerdeki hararet suyu. Güzellerin çekici gözleri de buralarda döner, dolaşır,
gül bahçelerindeki kokuları arar durur. Çünkü gözün duygusu, rengi çeker; beyin
ve burun, güzel kokuları.
Bu çekilişleri de sırları bilen Allah’tan bil. Sen,
kendi çekişinle bizi buralardan kurtar Yarabbi. Ey müşterimiz olan Allah, sen bu
çekicilerden üstünsün. Acizleri satın alırsan değer, yaraşır. Kadir gecesi, o
dolunayı tanıyan, susuz kişinin buluta yüz çevirmesi gibi yüzünü padişaha
döndürdü. Dili de onundu zaten, canı da. Onun olan, ona küstahça söz söylese ne
çıkar?
Dedi ki: Biz can gibi balçığa kakılıp kaldık. Kıyamet
gününde can güneşi sensin. Ey gizlice yürüyen padişah, vakti geldi... Kerem et,
hayırlısı ile bir sakalını oynat.
Her birimiz hünerimizi gösterdik, fakat o hünerler,
ancak bahtsızlığımızı arttırdı. O marifetler, boynumuzu bağladı, o mevkiler
yüzünden baş aşağı düştük, alçaldık. O hünerler, boynumuza bağlanmış bir hurma
lifi oldu. Ölüm günü, onların hiç birinden fayda yok. Ancak geceleyin gözü
padişahı tanıyanın o güzel duygusu işe yarar.
O marifetlerin hepsi yolda görünen adamın yolunu
şaşırtan gulyabanidir. Yalnız geceleyin padişahın yüzünü gören göz başka.
Padişah, hüküm gününde yalnız geceleyin yüzünü gören, kendisini tanıyan adamdan
haya eder. Muhabbet padişahını tanıyan köpeğe de Ashabı Kehf’in köpeği adını
takmalıdır. Köpeğin sesini anlayıp aslandan haber alan bir kulağa sahip bulunan
kişinin hüneri de, iyi bir hüner.
Köpek, geceleri bekçiler gibi uyanık olduğundan
padişahın geceleri uyanık olan kullarından da bihaber değildir. adı kötüye
çıkanlardan utanmaya lüzum yok. Onların sırlarını anlamak gerek. Adı tamamı ile
kötüye çıkana gelince artık onun hamlıkta bulunup iyi bir ad san aramaya
kalkışmasına hiç lüzum yok. Nice altın vardır ki yağma edilmekten, zarara
uğramaktan kurtarmak için üstünü karartırlar.
Susığırı, denizden bir mücevher çıkarır, onu kıyıya
koyar, ışığı ile etrafını görür, otlamaya koyulur. Mücevherin nuru ile
aydınlanan sahadaki sümbül ve süsenleri hemencecik yer. Böyle güzel kokulu
çiçeklerle geçindiğinden, gıdası nergis ve nilüfer olduğundan da onun pisliği
amberdir.
Birini gıdası, ululuk nuru olursa artık nasıl olur da o
adamın dudağından sihri helal doğmaz? Gıdası, arı gibi vahiy olan kişinin evi,
nasıl olur da balla dolu bulunmaz?
Susığırı, yine o mücevherin ışığı ile otlar dururken
ansızın mücevherden pek uzağa düştü. Bir tacir, bunu görüp otlağın, çayırın
kararması için mücevheri balçıkla örttü. Kendisi ağacın arasına gizlendi. Sığır
kuvvetli boynuzları ile onu süsmek için bir hayli aradı. Düşmanı boynuzlamak
için o çayırın etrafını belki yirmi kere döndü, dolaştı. Düşmanını bulmadan ümit
kesince mücevheri koyduğu yere geldi. fakat o iri, o padişahlara layık
mücevherin üstündeki balçığı görünce şeytan gibi o da balçıktan korktu.
Şeytan bile toprağı anlamadıktan, toprağa karşı kör ve
sağır kesildikten sonra artık toprakta mücevher olduğunu öküz, nereden bilecek?
"İnin" emri ile canı bu aşağılık yeryüzüne indirdi. Bu hayız hali, onu namazdan
mahrum etti. Yoldaşlar, bu dertten kaçın, bu dedikodudan çekinin. Çünkü heva ve
heves, erkeklerin hayzıdır.
“İnin” emri, canı bedene soktu da Adem incisi, toprakta
gizlendi. Onu tacir bilir, fakat öküz bilmez. Gönül ehli olanlar anlarlar, fakat
her toprak kazan anlamaz.
İçinde mücevher bulunan topraktaki o mücevher, öbür
toprağın da sırrını söylemektedir. Fakat Allah rahmetinin saçısından bir nur
elde etmemiş olan toprak, inciyle, mücevherle dolu olan toprakların sohbetini
anlamaz.
|
|